27 Ekim 2013 Pazar

Kaçış mı Kurtuluş Mu?

Hayat bazen bizi öyle bir noktaya getiriyor ki, kendimizi sevdiklerimizden kaçarken buluyoruz. Bu kaçışın kurtuluş olmayacağını bile bile, yolun nereye gittiğini bilmeden, sonun nasıl olacağını tahmin bile edemeden... 
Ama öyle bir zaman geliyor ki kendimizden ya da sevdiklerimizden kaçmak hiçbir işe yaramıyor. Bir bakıyoruz ki sevdiğimiz ve bizi sevdiğini zannettiğimiz insanlar bizden kaçmaya başlıyor. Onlar kaçtıkça biz yük atıyoruz üstümüzden. Çünkü bizden kaçanlar hayatımızda var oldukları süre boyunca sevinçleriyle, neşeleriyle, dertleriyle, ağlanma sızlanmalarıyla hatta bize destek olmaya çalıştıkları o anlarda bile hep varlıklarını üzerimize yük yapanlar oluyor. Varlıklarını bir lütufmuş gibi hissettirmeyi seviyorlar.Sanki onlar bizim hayatımızı güzelleştiriyorlar, varlıkları olmadan asla yaşamıyoruz, onlar olmadan karakterimizin, düşündüklerimizin, hissettiklerimizin asla önemi yokmuş gibi hissettirmeyi gerçekten seviyorlar. Asıl problem biz
Devamı »

Etiketler: ,

25 Ekim 2013 Cuma

VEDA

Kırgınlığımın sebebi sensin. Gün doğumu gibi eşsiz bir manzara misali gülümsüyordun karşımda. Hayallerinin pembeliği yanaklarına yansımış gibiydi. Ay gibi parlayan gözlerinde kendi aksimi ilk gördüğümde delice ürpermiştim. Ne öyle bir göz görmüştüm o güne kadar ne de öyle bir ben. Dudakların, rüzgârda titreyen yapraklar gibiydi. Buselerim henüz dönmüştü yanaklarından. Kırılgan bir yüreğin vardı sanki ve bir güvercin gibi çırpınıyordu o an. Minik yüreğime aşkın tohumlarını serpiştirdiğin o akşamüstü çayına büyük borcum var benim sanmıştım. Yudumlar arasına serpilmiş tümcelerle sanki sana sahip olmuştum ben. Düşlerim, serseri bir güneşin teninde kavrulmaktaydı. Sözler, beynimde bir fırtınanın ardı gibi darmadağındı. Bir araya getirmeyi başarabilseydim; yüreğini hoplatacak edalı sesimle seni bulutlarda bir mavi yolculuğa çıkarabileceğimi düşünmüştüm. Oysa zebani umursamazlığın iş başındaydı. Seni başka türlü sanmıştım. Gözlerimdeki çaresizliğin çözümü sandığım sen, çaresizliğimin sebebi oldun.
Neydin sen? Bir rüzgâr mıydın da şöyle bir esip geçtin? Yapraklarını, dallarını kırdın içimdeki çınarın. Ta uzaklardan belli belirsiz bir ses olsaydın “Merhaba!” demeni isterdim. Yumuşacık dokunuşlarıyla büyüleyen bir el olsaydın “Özledim!” diyerek sarılmanı isterdim. Tılsımlı bir bahar gibi umut ışığım olmanı isterdim. Bir gül olsaydın bahçemde derin derin koklayıp içime çekseydim seni. Bir göz olsaydın da baksaydın bir kez gözlerime ve çekip alsaydın içlerinde biriken hüznü. O zaman kirpiklerimde yağmurlar dumanlanmazdı, biliyorum. Bir bilsen nasıl sevinirdi dudağımdaki öksüz tebessüm. Şimdi o kirpiklerim, eskimiş bir saatin kırılan yelkovanı gibi başıboş ve işe yaramaz. Öyle sevmiştim ki seni, kendime yabancılaşmıştım adeta. Gözüm kendini tanımaz olmuştu aynalarda. Senin sesinin yanında kendi sesim eldi sanki bana.
Sen, çölüme düşen tek yağmur damlasıydın. Ya hep yanlış saatlerde bekledim gelmeni
Devamı »

Etiketler: ,

23 Ekim 2013 Çarşamba

... AŞK ...

…Nerede o eski günler?
Hiç düşünmeden gönül sofrasına oturduğum dostlarım nerde?
Sıradanlığından soyunabilmiş bir mütevazı istiyorum hayata dair yanımda. Ellerimi tuttuğunda hissettiğim şey hep daha fazla heyecan olmalı. Gözlerinden gözlerime tüm hayalleri, umutları ve aşkı akabilmeli. Yüreği dilinde olmalı. Yüreğime konuk ettiğim kişi tereddütsüzce gönül soframa bağdaş kurup oturmalı. Bakma etrafına öyle şaşkın şaşkın, evet seni anlatıyorum... :)
Böyle arıyordum dün hayatım için önemli olacak insanları. Şimdi yüreğimin tenhalarında bir iki eski dost hariç kimsem yok. Yorgunum… Ağlamaklıyım…
Gözlerimde dalgalı bir günde yaşanmışlıklarımın etkilediği nostaljik bir film sahnelenmekteydi:
“Kıyıya sert tokatlar indiren dalgalar, kenarda sırasızca sıralanmış kayalara çarpıp dağılıyor, sabun köpüğü gibi kabartılı bir biçim alarak, suyun derinlerinde bir yerlerde gözlerden kayboluyordu. Rüzgâr sertleşince, montunun yakalarını kaldırdı, sonra sahilden aldığı çakıl taşlarını avucuna doldurup denize atmaya, hatta su yüzeyinde sektirmeye başladı. Bir yengeç, yosun tutmuş yorgun bir kayanın altına saklandı. Uçuşup duran martılar, acı çığlıklarla kıyıdaki eski bir kayığa konup kalkıyordu.  Gözleri iyice buğulanmıştı, sonra da dayanamayarak yaşardı. "Niye böyle oldu?" dedi yüreğinin yalnız sesiyle. Keskin bir soğuk hava üfleyen rüzgâr yüzünden bir elini montunun cebine soktu, diğer eliyle de saatine baktı. Gözleri uzaklara daldı.
İlk heyecanların nasıl olup da yitip gittiğini aklı almıyordu. Sıkıntıdan bir sigara yaktı ve derin bir iç çekişin ardından uzun bir nefes çekti kendisi gibi yanıp duran sigaradan. Sahil ıssızdı. Günü birlik gezginler, arabalarına binip çoktan terk etmişti terk edilmişliğiyle
Devamı »

Etiketler: ,

17 Ekim 2013 Perşembe

ADIN'a


Hüzne boğuldum yine gece 
Sebebi ne bilmem eski sır
Koştum durdum da ben kırk asır
Söyleyemedim iki hece

Âşığım dedim, diyebildim
Diyemedim ki ama "sana"
Söyleyemem sen anlasana
Ben ,sen anlarsın diye bildim


Konuştum da sesim çıkmadı
Seni sana sence haykırdım
Gökte avizeyi ben kırdım
Bunu şimşek dahi çakmadı

Döndüm ardıma kaçtım gittim
Gittim yine unutamadım

Devamı »

Etiketler: ,

2 Ekim 2013 Çarşamba

UMUT GÖZLÜ ÇOCUK




 Aslında bu hikaye benim, arkadaşımı sadece durağa bırakacağımı ve hiçbir şey olmadan geri döneceğimi düşünmemle başladı. Fakat duraktayken umut gözlü sarı saçlı çocuğun “Merhaba abla “ demesiyle yerini daha farklı bir durumun gerçekleşeceği düşüncesine bıraktı. 

       Umut gözlü çocuk 6. Sınıf öğrencisi ve derslerini çok seviyor…

Elinde de bir melodika çantasını görünce sormadan edemedim.
- “Melodika mı çalıyorsun sen ?"
-“Evet ama içinde selpak var” demesiyle çantayı açtı ve içinde itinayla dizmiş olduğu selpakları gösterdi.“Satıyorum abla ben bunları iskelede. Yaz da geliyor insanlar terleyip daha çok selpak alacaklar, işler daha da açılacak inşallah.”
- Melodikan var mı peki?
- Evet var.
- Çalabiliyor musun ?
Devamı »

Etiketler: ,

HİÇ



Belki de hayata kızgınlığımdı alnımdaki kırışıklığın nedeni. Kim bilir belki de bir kızın yürek yangınıydı. Ama nedeni ne olursa olsun oradaydı işte. Doğrular değişmiyordu ve onlar değişmedikçe yüreğimi daha da çok yaralıyordu.
“Hiç” olmak mı yoksa “gerçek” olmak mı?
Bu ikilem ruhumu sıkıyor, beni melankolik bir ayyaş gibi uyuşturuyordu.
“Hiç” demek bitmişliği mi anlatır yoksa var olmamışlığı mı bilmiyorum; ama “hiç” olmayı çok seviyorum. Hem “hiç” hem de “olmak” nasıl mı olur; bilmiyorum ki!
“Doğru” demek, nesne veya olayın dış dünyaya uygunluğu demek, biliyorum. “Gerçek” de bunun ifadesi zaten. Ama ben “gerçek” olmak istemiyorum. “Gerçek” olmak özgürsüzlüktür bence. Bir şeye uygun olmak zorundalığı nasıl olur da özgürlük olur. Şaşarım doğrusu hem “gerçek” hem de “özgür” olana.
Dumanı tüten yüreğimdeki talan olmuş yangın yerinde tek şeydi sessizlik. Bir de izbe köşelerde sayıklayan minicik bir kız çocuğu vardı tabi. Bu kızın suçu neydi? “Gerçek” olmak değil miydi onu, bu talan olmuş yangın yerine mahkûm eden?
Tamam, tamam “gerçek” olmayacağım da “hiç” olmak çözecek mi sorunlarımı? “Hiç” olmak demek olmamak demekse aslında; yani istediğim “hiç” olma durumu var olmamaksa eğer, bunu istediğimden de emin olamıyorum. Ne dediğimi bilmediğimi düşünenler olabilir. Ha ha! Yanılıyorlar. Tam da bildiğim şeyi söylüyorum aslında. Bildiğimden nasıl bu kadar emin olduğumu soruyorsanız cevabım hazır.
“Eminim ne dediğimden. Yaşadığımı biliyorum diyorum aslında. Bilinmez ya da anlaşılmaz olan bir şey varsa o da ne yaşadığımdır. Yaşıyorum, yaşadığımı biliyorum; ne yaşadığımı bilmiyorum. O nedenle de anlatamıyorum.”

Oysa Orhan Veli benden önce anlatmış zaten anlatamamanın acısını. Sözcüklerin çaresizliğini, dilin tükenmişliği, belki de hiçliğini. Anlıyorum şimdi anlatamamanın acısını; ama anlatamıyorum yaşadığımı.

Etiketler: ,