24 Aralık 2013 Salı

Saat almış başını gidiyor (Deneme)



Saat almış başını gidiyor. Bense bitmeyen mutluluk arayışları içinde kendimi kaybetmiş durumdayım. Mum ışığını karanlıkta raks ettiren yalnız biriyim ben. Gözbebeklerime yerleşen korkuyu yok etmeyi beceremiyorum. Büyümeye direniyorum; ama ne yazık ki zaman kazanıyor yine. Büyüyorum… Ben çocukluğuma uçmak isterken zorla olgunluğa çekiyorlar beni. Ancak yavaş yavaş anlıyorum ki temiz sevgiler ve dostluklar taş devrinde terk edilmiş gibi. Gerçek aşkı “Leyla ile Mecnun”la, gerçek dostluğu “Karagöz ve Hacivat”la birlikte tarih kitaplarının tozlu sayfaları arasına gömmüşüz, ne yazık!...
Oysa güneşi avuçlarımızla tutabilecek kadar masum olabilseydik ne güzel olurdu. Her sabah, yıldızları sepetine toplayan ay prensesi olabilseydim ya da denizdeki ay yakamozunda oynayan denizkızı. Ama boş yere harcandı sonsuz bir sevgi. Boş yere terk edildi umutlar ve yine boş yere unutuldu sevmek ve sevilmek. Umuda küstü minicik yüreğim, acımasız avuçlar paramparça ettiler en tatlı düşlerimi. Kalpsizlere yenik düştü kalbim! Oysa dünyayı kucaklayabilecek kadar büyüktü…
Belki bir gün isyan rıhtımında bekliyor ölüm beni. Kaçırdığım vapurda yitip giden umutlarıma yaşlı gözlerle mendil sallarken tükenecektir belki de gücüm. Ya da çoktan istasyonunu terk etmiş bir trende unuttuğum hayallerime ağlarken gelecektir ömrüme acı bir felç. Belli mi olur, belki de avuçlarım arasından kayıp giden, kayıplara karışan yaşama gücüme ağlarken geceleri, bir hıçkırıkla kesiliverecektir nefesim… Yarından umut kalmayınca boş gelen günler dizisinde unutacağım adımı. Belki de güneşe susuz kalan yüreğimde bir sabah aniden bir güneş doğacak. Kırlarında bin bir renk çiçekler açacak umutlarımın. Binlerce güvercin havalanacak yüreğimin caddelerinden. Ve belki de bir gün yeniden dirileceğim…
Dedim ya, biri kadar yüksek diğerinin olasılığı da. Kadehimde kirli sarı bir gök birikmişti. Göz kapaklarım ters dönmüştü uykusuzluktan. İçki içsem ağzımda cam kırıkları. Batıyordu binsem dediği gemiler. Pırıl pırıl bir boşlukta öylece duruyordu çığlıklarım. Aynalardan yalnız dönüyordum. Dünyadaki yerimi sanki eskitmiş gibi bulutlu uykulardan uyanamıyordum. Dilimde yanık yıldızların tadıyla gökyüzüne açılmıştı kirpiklerim. En yağmurlu dönemini yaşıyordu yanaklarım. Şöyle derin bir “of” çeksem ciğerlerim parçalanacaktı sanki.
Devamı »

Etiketler: ,

16 Aralık 2013 Pazartesi

İnsan Olmak ve Çamurlu Yollar Üzerine (Deneme)


Bir kaç satırla başladı ömrüm. Kısık ve yaşlı bir ses kulaklarımda: Merhaba... Küçükken ne çok severdim çamurla oynamayı. Çamurdan evler, yemekler, adamlar yapmayı. Ayağımın altında duran toprağa Nisan yağmurları yağdığında annemin ördüğü hırka ile üşürken sokakta oynamayı.
Hayat, oyunlarımdan başka bir anı bırakmadı geçmişime dair.
Yürüyorum. Her sabah aynı yolda paçalarım çamura batmış. Ve insanlar yürüyor. Hepsi yağmura çamura alışmış. Otobüslerde uyuyorlar. Yorgunlar. Şüphesiz benden çok çalışıyorlar. Benden daha yaşlılar ve benden az yaşadılar belki. Gökteki bulutlarla ilgilenmiyor, bastıkları yere dikkat etmiyorlar. Bazen ihtiyaçları dışında herhangi bir şey istemeyi bile unutuyorlar.
Bense hala görebildiğim kadarıyla aya bakıyorum. Yüzüme vuran yağmurdan rahatsızım. Hayata isyan etmiyorum eskisi kadar. Bir şarkı beni farklı yerlere götürüyor. Müziğimi alamazlar benden diyorum.
Dolunayda bir kaçıştı aylar öncesinde beni düşündüren. Yağmurlar yoktu henüz. Hava güneşliydi. Rüzgar yine kararsızdı. Kalktım geldim. Ama insan olmak diyorum bazen...İnsan olmak masallardaki gibi yeşilde olmaktır. İnsan olmak küçük bir beldede herkesi tanıyarak ve herkes tarafından tanınarak onlardan farklı da olsan onlarla bir olmaktır. İnsan olmak uzun mesafeleri sadece şehirlerarası yolculuklarda görmek, vasıtasız arkadaşlarına, işine ulaşmak, akşamüstleri hormonsuz gıdalarla kahvaltı etmektir. Fırından çıkan simit ve ekmek eşliğinde...
Bu çamurlu yolda yürürken yağmuru unutmuyorum. Aya bakıyorum bazı akşamlar bulutlar izin verdiğince. Şiirler geçiyor içimden bazen. Kalem bulamıyorum, yitiyorlar. Bazen de işlerimi unutup yazarken buluyorum kendimi. İnsan olmak ve çamurlu yollar üzerine...

Mart '08 / İstanbul

Etiketler: ,

12 Aralık 2013 Perşembe

KARAGÖZ YILBAŞI (Oyun)



(Hacivat türkü söyleyerek perdeye girer.)
        Cahar attım şeş oynadım.
         Cahar attım şeş oynadım.
         Dubarayla yendi beni.
         Ben candan severim seni hey. 

         Cahar attım düşeşine.
         Cahar attım düşeşine.
         Nayilem kalem kaşına.
         Ben candan severim seni hey.
                                                 Hay Hak!
(Perde gazelini okur.)

Biraz eski ve de kirlicedir perdemiz.
 Aleme şahit olmuş nicedir perdemiz.
Altı asırdır tarihtir başlı başına.
Şeyh Küşteri’den yadigardır perdemiz.
Sanmayın sıkıntıya eda, dertlilere deva
Baki vü fenaya kâr etmez perdemiz.
Devamı »

Etiketler: ,

5 Aralık 2013 Perşembe

HAYAT KURTARACAK TAVSİYELER -1- (Deneme)

HAYAT KURTARACAK TAVSİYELER -1-

Eğer ;

1)Tanımadığınız bir kız size gülümsüyorsa, yüzünüzü belli belirsiz gülümseyin, fazla tepki vermeyin.

2)Tanımadığınız bir kız size el sallıyorsa zinhar elinizi kaldırmayın başınızı hafif öne eğip gülümseyin.

3)Tanımadığınız bir kız size koşarak geliyorsa ani bir hareketle 2 adım sağa çekilin, çünkü kuvvetle muhtemel arkanızda biri var, aradan çekilin.Yok eğer arkanızda biri yoksa ve kız koşarak geliyorsa hemen çömelin, çömeldiğiniz için size zarar vermez ya da sizden hoşlanıyorsa sempatik bulur.

Uyarı:Tanımadığınız kelimesine çok kafayı takmayın,bir yerde tanışmış ve unutmuş olabilirsiniz,  ama unutmayın kadınlar unutmaz !!!

Not: 3 numaralı durumun ikinci seçeneğine maruz kaldığınızda gelen kişinin ismini hatırlamıyorsunuz demektir, bozuntuya vermeyin, kuzum, canım, tatlım gibi bir sıfat kullanın ya da neredesin sen yahu, gittikçe güzelleşiyor musun ne ... gibi birkaç iltifat edin :))

Etiketler: ,

SON ÇIKIŞ YOLUM : KELİMELERİM (Deneme)

     Hayatım hep engebeli yollardan geçti. Yaşım 21 acının her türlüsüne  şahit oldum ve oluyorum.Şahsım sadece  aşk çemberinde dolaşmıyor.Yaşadığımız acılar, mutluluklar,hüzünler ,sevinçler ve  anılar da mevcut.Yüreğim gittikçe şeffaflaşmaya başladı;Vicdanım yanı başıma oturdu.Duygularım köpürdü.Düşüncelerim beynime çakılıverdi. Babamı düşündüm. Annemi sevdim.Yaşadıklarımı göz önüne getirdim.Yüreklere ulaşmak istedim.Sonra yolda  giderken, yolunu kaybetmiş birine  yol tarif etmenin hazzını yaşadım.Oğlunu kaybeden babanın feryadına karıştım.Dedim ki ;Birlik olmak varken, dostça yaşamak varken,insana insan gibi muamele göstermek varken,yaralarımız hala dinmez.Neden ölümlü dünyada kalpler hep kırılır ? 
Nedenlerde boğuldum !..

Sonra iyi tarafından düşünmek istedim , bu hayatı ...

Aslında hayat güzelmiş de kötüleştirenler varmış.Daha yolun başındayım, asla kendimi şair olarak görmedim. Övünmedim, kibirlenmedim.Kimine göre hanımefendi , kiminin en iyi dostu,sırdaşı;kiminin hiçbir şeyiyim. Çok şükür herkese aynı mesafedeyim.Yıkık duvar, Öksüz sayfa ,umutların ,yarınların,canların bir  çatı altında bağdaş  kurup birleştiği yüreklerin otağı'' Hep iyi halimizin demlerinde buluştuk''
Devamı »

Etiketler: ,

3 Aralık 2013 Salı

TARİHE ESTETİK AÇINDAN YAKLAŞMAK(1) (Köşe Yazısı)

TARİHE ESTETİK AÇINDAN YAKLAŞMAK
“"Gömelim gel seni tarihe desem, sığmazsın.” Mehmet Âkif ERSOY
 
               Ne Mehmetçiği alacak bir mezar var bu cihanda ne de onun destanını layıkıyla yazacak bir kalem. “Tarihten Türkleri çıkarsanız geriye bir şey kalmaz” diyor bir düşünür. Dünden bugüne hem savaş meydanlarında hem medeniyet saflarında adını altın harflerle yazdırmış bir milletten bahsediyoruz. Tarihin tâ kendisinden. Ne var ki övgüyle bahsettiğimiz bunca şeyi ne adam akıllı yazabildik ne de aktarabildik neslimize. Tarihi, savaşların neden ve sonuçlarından ibaret gören nesillerin oluşma sebebidir bu. Ordularının üç kıt'ada neredeyse basmadığı yer kalmayan bir hükümdarı haremde halvetten çıkmayan biri olarak gösteren bir tarih anlayışının oluşma sebebidir. Tarih yazmak tarih yapmak kadar önemlidir diyor ulu önderimiz, ancak biz onun öğütlerini devlet binalarının duvarlarına ya da kendisi adına yapılan heykellerin büstlerine yazmaktan henüz anlamaya fırsat bulamadık. Türk gençliği birinci vazifeyi anlamak yerine ezberlemeyi seçti. Bu başka bir konu, bu yazıda esas biraz önce bahsettiğim heykellere, Atatürk heykellerine ve büstleri değinmek istiyorum, özellikle de bildiğim yerden Çanakkale’den başlayarak. Şunu hemen söylemeliyim ki söyleyeceklerim birçok kişinin hoşuna gitmeyecek, isteyen bu noktada bırakabilir okumayı. 
Çanakkale'ye gelenlerin ilk olarak gördüğü üç-dört yer vardır:Saat kulesi, iskele, Donanma,  Şakir'in Yeri,  Cumhuriyet Meydanı… Bizim yazımıza konu olan ise Cumhuriyet meydanımız ve meydanın kuzeydoğusunda yer alan Atatürk heykeli, sanırım hepimizin hatırında canlanmıştır. Meydanı bir kenara bırakalım ve heykele gelelim. O heykel size ne ifade ediyor. Subay şapkalı, asker çizmeli, pelerinvâri pardesüsü ile orada duranın,Atatürk olduğunu düşünmemiz istenen kömür siyahı bu heykel. Estetik zevki ya da realistliği bir kenara bırakın bu milletin, bu devletin neredeyse tüm varlığını borçlu olduğu, kurtarıcısı, ulu önderi Mustafa Kemal ATATÜRK’e yakışan bir heykel midir o? 
Devamı »

Etiketler: ,

1 Aralık 2013 Pazar

Nerede? Neden gelmiyor? Ne yapıyor?



Aklımda yok hiçbir şey aslında. Sadece kendimi kısılmış gibi hissettiğim bu yerden çıkmak ve biraz olsun nefes almak için bunları yazıyorum. Dünyaya anlatacak bir hikâyem yok. Benim hikâyemin başkalarının ilgisine sunulmasına ihtiyacım da yok. Tek dileğim bu acının bir an önce bitmesi.
Belki bitebilir. Belki her şey bizi böyle çepeçevre sarmamış olsa daha önce de bitebilirdi. Ama kendimizi hapsettiğimiz kafeslerdeyiz. Kimininki süslüdür. Bizimki öyle de değil. Kimininki şeffaftır. Bizimkisi öyle hiç değil. Çıkamadığımızı ve çıkamayacağımızı düşünüyoruz. İleriyi göremiyoruz. Çıkmak da istemiyoruz belki de.
Benim yüreğimden akan cümleler yok oldu. Hepsi gözyaşı. Ağlarken tüketiyorum. Konuşurken yitiriyorum tüm anlamları. Çok eski bir hikâyenin başrolünde görüyorum kendimi. Hâlâ tamamlayamadığım bir hikâye. Soğuk şehirlerde, kışlarda, sobalı evlerde, ıslak saçlarımda, gökdelenlerde, onun cebindeki ellerimizde akıp giden bir hikâye. Bugüne kavuşturuyoruz. Geleceğe taşıyamıyoruz. Islak şehirlerde zaman yitirmişim ben. Deniz iyidir diye diye ömrümü tüketmişim. Hikâyeyi unuttuğumu hatırlamış yeni baştan yazmaya yeltenmişim. Ama olmamış. Kimse bıraktığım yerde durmamış. Zaman kaymış, mekân yerle yeksan olmuş.
Neye sığınırsam sığınayım aklım orada kalıyor. Aklım hep onda. Ve beni iyileştirecek bir şey bulamıyorum bu dünyada. Eskiden bazı günler ölmek için çok güzel derdim, şarkıdaki gibi. Şimdi her gün öyle güzel ki… Bir matemin havasını soluyorum sürekli. İçimde yanan bir ateşin dumanı ile kafayı buluyorum. Buradan çıkmak istiyorum. Daha yukarı çıkmak ve bakmak. Nerede? Neden gelmiyor? Ne yapıyor? Gerçekten her şey bu kadar zor mu, bir de oradan bakmak istiyorum. Kandırıldığım zannına kapılıp onu suçluyorum. Yüreğimi yaralı bir hayvan gibi saldırgan yapan kişiyi…. Beni dünyamdan koparan, ait olduğum yüzeyden çekip en derine götüren ve orada bırakıp kaybolan kişiyi. Bugüne dek uğruna en fazla acı çektiğim kişiyi, "O"nu…


Etiketler: ,