...
Bir
varmış bir yokmuş…
Böyle başlar
masallar. İnsanlar da örneğin geçen hafta varken şimdi yok oluveriyor. Ama onun
varlığını öldüğünde dahi hiç kimse reddedemez. Dedim ya kimse ölenin varlığını
reddedemez. Ama görmek, duymak, dokunmak istesek; yok. O halde kimse yokluğunu
da reddedemez. “Bir süre için vardı; ama şimdi yok.” demek en doğrusu. O halde
kabul etmeli ki varlık ve yokluk bir ve aynı şeydir. Maddenin sürece bağlı
değişimidir. Aynı buzun eriyerek önce suya ve sonra da buhara dönüşmesi gibi.
Buz, buhar olunca yok olmuyor; sadece biçim değiştiriyor. Ya da sıcak çaya
atılan kesme şeker de yok olmuyor, biçim değiştiriyor. Ama eskisi gibi görmek,
dokunmak istesen, yok. O halde varlık, yokluktur.
Var olmakla yok olmak
arasında bir fark yoktur. Bu tezi doğrulayan sayısız örnek bulunur. Odun yanıp
küle döner ve kül de rüzgârda savrulup dağılır. Yine sürece bağlı bir biçim
değişimi vardır. Ölüm de böyle; beden ölür, toprağa gömülür, çürür, yok olur.
Yine sürece bağlı olarak değişmektedir biçim. Ruhu durur yerinde; şekerin tadı,
odunun külü, suyun buharı gibi insanın ruhu kalır geriye. Ve biz biliriz ki bu;
yok oluş sürecidir. Yine de severiz, anarız, düşünürüz, anılarda yaşatırız.
Herakleitos’a katılmamak ne mümkün: ”Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz.”
Değişmeden
kalmayı başaramayız. Sadece Tanrı’da işe yaramaz bu tez. Tanrı için doğruluğu
düşünülemez. Çünkü Tanrı var edilmiş değildir, var edendir. O, evreni bu
düzende yaratandır. Onun varlığının su, odun, şeker ya da insan gibi maddi
kanıtı yoktur. Onu göremeyiz, duyamayız, tadamayız, koklayamayız ya da ona
dokunamayız; ama var olduğunu biliriz. Bu, duyular üstü bir durumdur. Tanrı’ya
var demek; onu yarattıkları üzerinden görmektir. Mükemmelin tek yaratıcısı,
kusursuzu ortaya koyandır O. Onda varlık, asla yokluk değildir. Ama evrendeki
diğer her şey için varlık; yokluktan ibarettir.
Varlığı yokluğa eş olan ve
kaçınılmaz olarak Tanrı’nın yarattığı varlıklar olan insanlar içinde ölmüş
insanların tümü yoklukta demektir. Ama anılarda, düşüncelerde, hayallerde ve
öğrenilenlerde yaşatılıyorlar hâlâ.
Ölümü yok oluş,
doğumu var oluş saymak gafletinden öte yaşamı bir mucize olarak görebilmek
gerek! İnsan sevip sevildikçe mucizenin kıymetini yücelterek ilerletir bu
süreci. Kırıcı, yıkıcı, umursamaz, beğenmez ve dolayısıyla sevilmez olunca da
Tanrı’nın yarattığını hor kullanmaktan dolayı bir cehennemi yaşar. Ölüm bir
oyundur aslında; tek perdelik yaşamın kapanışını yapar. Doğumunda ağlattığın
gibi ağlatırsın ölümünde de. Ne farkı vardır ölümün doğumdan? Biri başı, biri
sonu anlatır o kadar. Yani aynı şeydir aslında var ve yok. Yaşarken “var”
oluruz; ölünce “yok” oluruz, o kadar.
Şimdi
ölmüş ve bu dünyayı terk etmiş tüm o insanlar neler düşünüyorlardır acaba? “Bir
varmışım, bir yokmuşum. Varlıkla yokluk arasında bir şeymişim ben; geçişi,
süreci temsil eden. Kundağımla kefenimin arası kadarmışım. Bir nefes kadar
sıcak, bir ölü kadar soğukmuşum. Hem var hem yokmuşum. Oldum sandığımda
hammışım. Yere ancak bir kar tanesinin toprağa düştüğü an kadar sağlam
basmışım. Çocukluğuma el sallayan gençliğim kadarmış yaşlılığım. Vadem kadar
kalmışım. Alnıma yazılan kadarmışım. Evlatlarım, torunlarım, eşim… Bir
varmışım, bir yokmuşum…”
Etiketler: Çayyaş Edebiyat, Demet Yener
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa