YAŞAMAK GİBİ (Fıkra)
Nasıl da inanılmaz bir aşk bu
yaşamak! Neler atlatır insan ömründe, nelere katlanır; ama geçemez yaşamaktan.
Karşılıksız ve tutkulu bir aşkın sancılarıyla sürdürür hayatını insanoğlu.
Gerçek aşkı “Leyla ile Mecnun”la, gerçek dostluğu “Karagöz ve Hacivat”la
birlikte tarih kitaplarının tozlu sayfaları arasına gömmüş olsa da içinde
solduramıyor umut çiçeğini. Sevmek ruhumuza armağan edilmiş bir mucize gibi.
Kırılıp dökülsek de vazgeçemiyoruz sevmekten. Oysa güneşi avuçlarımızda
tutabilecek kadar masum olabilseydik ne güzel olurdu. Her sabah, yıldızları
sepetine toplayan ay prensesi olabilseydik ya da denizdeki ay yakamozunda
oynayan denizkızı, ne bileyim her birimiz bir beyaz atlı cesur prens mesela.
Olamadık! Nefsine yenilen, güçsüz varlıklar olarak sürdürdük hayatımızı. Yarını
yokmuş gibi koşaradım bu günü yaşadık, yaşıyoruz. Ütopyalarda, düşlerde,
rüyalarda kalmış isteklerimizin çoğu. İçimizin kuytularına hapsettiğimiz
iyiliğin gölgesinde yaşıyoruz hayatı. Yine de her gün yeniden seviyor ve
seviliyoruz.
Binlerce kelebeğin kanat çırpışı
gibi yüreğimizi hoplatan sevinçler yaşarken birdenbire kapkara zindanlara
hapsedilen duygularımıza ağlarken buluyoruz kendimizi. An uymuyor asla önce ya
da sonraya. Sevinci diri tutma çabalarımız bizi öyle yoruyor ki takatimiz
kalmıyor doya doya gülmeye.
Öyle ki, çok gülünce mutlaka ardından ağlayacağına inanan insanlar var. Elimizdekiyle yetinmek yerine hep diğerini istiyor, kendimizi mutsuz ediyoruz. Çılgıncasına tüketmeye odaklı hayatlara hapsedilmişiz. Daha bu günden harcıyoruz önümüzdeki üç, beş, on yılı. Paraya kölelikle geçiyor günler ardı sıra. Oysa her doğan günün bir öncekiyle aynı olduğunu düşünmeye başladığımızdan beri doyumsuz olduğumuzu göremiyoruz. Her gün yeni bir sayfadır aslında. Nice güzelliklere gebe ve sadece bizim kalemimizle yazılabilen. Herkes, her şeyde iyi ve başarılı olamaz gerçeğini kabullenebilsek işin yarısını başarmış olacağımızı ne zaman anlayacağız acaba?
Öyle ki, çok gülünce mutlaka ardından ağlayacağına inanan insanlar var. Elimizdekiyle yetinmek yerine hep diğerini istiyor, kendimizi mutsuz ediyoruz. Çılgıncasına tüketmeye odaklı hayatlara hapsedilmişiz. Daha bu günden harcıyoruz önümüzdeki üç, beş, on yılı. Paraya kölelikle geçiyor günler ardı sıra. Oysa her doğan günün bir öncekiyle aynı olduğunu düşünmeye başladığımızdan beri doyumsuz olduğumuzu göremiyoruz. Her gün yeni bir sayfadır aslında. Nice güzelliklere gebe ve sadece bizim kalemimizle yazılabilen. Herkes, her şeyde iyi ve başarılı olamaz gerçeğini kabullenebilsek işin yarısını başarmış olacağımızı ne zaman anlayacağız acaba?
Ne zaman ki hayat denen sınav
bizleri ayrı diyarlara uçurdu, ne zaman ki “biz” demenin doygunluğu yanında
“ben” deme açlığını tercih ettik; işte o gün başladı dipte kalışımız. Ne kadar
da mutluyduk üçü beşi paylaşırken. Yüzler, binler olduğundan beridir insanın
sadece kendini düşünüşü. Doğayı parsel parsel bölüşmekle bitecek sandık
sorunlar. Oysa kim verebilir ki bir kısrağa özgürce çayırlarda koşmanın tadını
hipodromlarda. Kendimizi hapsetmekle yetinmedik; hayvanları, ağaçları,
çiçekleri, eşyaları, duyguları hapsettik. Sonra ya elimden alınırsa korkusuyla
tanışıp kilitler ardına gizledik “benim” olan her şeyi. Eskiden her şeye
sahipken şimdilerde bazı şeylere sahibiz sadece. Komşusu açken tok yatamazken
insanoğlu, artık etliyi sütlüyü bir değil her gün yiyebilmek adına kaç kişiyi
kuru ekmeğe mecbur ettiğini görmez oldu. Bencilleşen ve bu bencillikle sayısız
“ben” yaratan insanoğlu “biz” olmayı masallara bıraktı, tozlu raflara mahkûm
etti.
Şimdi kapatıp gözlerinizi hayale
dalın eğer sadece bu ana dair yarım dakikanız varsa. Hırsızlık, cinayet,
tecavüz, iftira ve yalan olmadan, herkesin birbirini sırf var olduğu için
koşulsuzca sevdiği, sabahları gülümseyerek “günaydın” diyerek işine gittiği,
ekmek aldıktan sonra “hayırlı işler” diyebildiği, eve dönüşte insanlara “iyi
akşamlar” demekte tereddüt etmediği, sofrasına koyduğu şeyin komşusunda,
dostunda, tanıdığında da olduğunu bildiği bir tek gün geçirdiğinizi hayal edin.
Zaten arkası kendiliğinden gelir. Çayırlarda yaşamak varken hiçbir canlı
bataklığı seçmez. Tabi yaşam alanı bataklık olan canlılar dışında! Deneyin, çevrenize
de önayak olun. “Ben tek başıma ne yapabilirim ki?” demeyin. Unutmayın ki
“Güvenme güzelliğine, bir sivilce yeter; güvenme malına, bir kıvılcım yeter!”
Etiketler: Çayyaş Edebiyat, Demet Yener
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa