24 Şubat 2014 Pazartesi

Haldun Taner ve Eleştirinin Eleştirisi: "Ayışığında Çalışkur" (Eleştiri - İnceleme)

Haldun Taner ve Eleştirinin Eleştirisi: "Ayışığında Çalışkur"

   Umberto Eco'nun Rönesans İnsanı diye bir tabiri vardır. Rönesans dönemi entelektüel insan modelini anlatmaya çalışan bu tabir, birden fazla disiplinle ilgilenen, kendisini tek bir alana hapsetmeyen, farklı yönlerini farklı alanlarda geliştirip zenginleştiren bir insan tanımı üzerinde yoğunlaşır. Leonardo Da Vinci, herhalde bu tip insanın en karakteristik örneğidir. Rönesansın Almanya'daki en büyük temsilcisi kabul edilen Albrecht Dürer de muazzam resim yeteneğinin yanında taş baskı ve tahta gravürleri ile ilgilenmiş, döneminin perspektif ve algı problemlerine çözüm aramaya çalışmış; ayrıca İncil'in en usta yorumcularından olmuştur. Aynı döneme ve kefeye konulamasa da Aristo da fizik, gökbilimi, zooloji, felsefe, siyaset ve biyoloji gibi konularla ilgilenmiştir. Pek tabii ki ilerleyen bilim anlayışı Rönesans İnsanı tabirini ortadan kaldırmıştır. Tek alanda uzmanlaşma başlamıştır. Hatta bu uzmanlaşma bir alanın herhangi bir bölümü üzerine yoğunlaşmıştır. Bu durum ister istemez dikey bir derinliğin yanında yatay bir sığlık getirmiştir. Günümüzün de bireyselden başlayıp sonucu toplumsala uzanan ve bir çıkmaz halini alan sıkıntılarından biri, dikey uzmanlaşmanın yatay sığlığı beraberinde getirmesidir. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi'nin Hilmi Yavuz'a fahrî doktora payesi vermesi münasebetiyle davetli olarak Çanakkale'ye gelen ve bir konuşma yapan Hüseyin Çelik de bu konuya dikkat çekmişti. Kelebek kanadındaki damarların yapısı üzerine yıllarını verip uzmanlaşma sağlayan bir kişinin dikey olarak ilerlediğini; ancak alanı dışında giderek sığlaştığını belirtmişti Çelik. Yaşadığımız Rücû çağı, insanlığa bu durumun artıları olduğu gibi eksilerinin de olduğunu göstermiş ve disiplinlerarası çalışmalar önem kazanmıştır. Romana çomak sokuyor diye eleştirilen Ahmet Mithat Efendi'nin devri de modernist roman anlayışıyla sona ermişti. Son dönemde görülen modern sonrası anlayış ise bizi tekrardan Ahmet Mithat Efendi'nin, bir nebze de olsa, dediğine getirdi. Bu durum, son dönem yazarlarımızdan Buket Uzuner'in Uzun Beyaz Bulut Gelibolu romanında açıkça görülmektedir. Rücû üstüne rücû...
 
Albrecht Dürer'in en meşhur eserlerinden olan Dua Eden Eller. Bu resmin hikayesi için http://notdefterlerim.blogcu.com/albrecht-durer-in-dua-eden-eller-tablosu-nun-hikayesi/9974170

  1950 sonrası edebiyatımızın önemli yazarlarından olan Haldun Taner, yukarıda bahsettiğim Rönesans İnsanı tabirinin edebiyatımızdaki örneklerindendir. Öykü, tiyato, hatıra, fıkra, deneme, gezi yazısı gibi türlerde kalem oynatan Haldun Taner ayrıca Zeki Alasya, Metin Akpınar ve Ahmet Gülhan ile Devekuşu Kabare'nin de kuruculuğunu yapmıştır. Taner'in özelliği, kalemini her alanda ustaca oynatabilmiş olmasıdır. Bu ustalık ona 1953'de New York Herald Tribune Uluslararası Hikaye Yarışması Türkiye Birinciliğini, Onikiye Bir Var adlı öyküsüyle 1955 Sait Faik Abasıyanık Hikaye Armağanını, 1956 yılında Varlık Dergisi En Beğenilen Öykü Yazarı Ödülünü, 1972 yılında Sersem Kocanın Kurnaz Karısı adlı oyunuyla Türk Dil Kurum Tiyatro Ödülünü, 1983 yılı Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülünü kazandırmıştır. 71 yıllık bir ömre bu kadar başarıyı sığdıran Taner içinse bir ömür edebiyatçı olmak için çok azdır. "İyi bir edebiyatçı olmak için bir ömür yetmiyor. Bunun için 4-5 ömür lazım. Eğer olsaydı hepsini buraya adardım." (Taner, 1984: 4) Bu kadar farklı alanda kalem oynatmasına rağmen Taner'in gönlü daima kısa öyküde olmuştur. Yatay alanda bir derinlik yakalayan Taner, dikey alandaki derinliğini ise öykücülükte gözler önüne sermiştir. "İlerisi ne gösterir, bilinmez. Ama elim kalem tuttukça, kafa düşünebildikçe en zevk aldığım uğraş yine küçük hikâye olacaktır sanırım." (Taner, 1999: 179) Taner'e başarı getiren, titiz ve sıkı bir çaılşma anlayışının yanında "geniş bir kültürel birikime sahip olması ve bu kültürel birikimi en iyi şekilde kullanmasıdır. Taner, işlenmemiş konuları güzel bir dil ile bizim insanımızı ve toplumumuzu yansıtacak şekilde ele almıştır. Yazarın aynı zamanda tarihimize ve yaşadığı dönemin sosyal olaylarına tam anlamıyla vakıf olması; doğru yorumlar yapmasını sağlamıştır." (Bayrak, Özcan, 2013: 486) 
   Taner, kısa öyküyü şiirsel anlamda ele almış yazarlarımızdandır. Kısa öykünün özünde yatan da bu şiirselliktir aslında. Kısa öykü üzerine araştırmalar yapan Bates'de kısa öykünün "uyaksız yazılmış bir şiirden" oluşabileceğini dile getirmektedir. Aynı görüşü paylaşan bir diğer isim ise Aysu Erden'dir. Kısa Öykü ve Dilbilimsel Eleştiri adlı kitabında kısa öykünün şiirsel yanını örneklerle inceleme altına almıştır. Roman gibi uzun bir anlatı olmadığından kısa öykünün anlatımının yoğun olması gerekmektedir. Bu yoğunluk bazen kullanılan semboller, imajlar ve imgelerle kendini gösterir. Aynı şiirde olduğu gibi. Kısa öyküye, sınırlı bir alanda özgürce hareket etme serbestliğini veren de bu şiirselliktir. Bu durum Taner'in öykücülüğü için de geçerlidir. "Yumuşak kelimeler, zorlamasız cümleler, anlatılmaz incelikler... Bunların hepsi Haldun Taner'in ağzına düştü. Ve yıllar boyu onun hikâye cennetinde şikâyetsiz esir edildiler. Beyinlerine girdiler, ölümsüzleştiler... şiir gibi hikâye yazan Haldun Taner'i dünü insanı bugünün genci anlamakta hiç güçlük çekmiyor." (Taner, 1999: 184'den aktaran Bayrak , Yaprak: 2013: 486)
   Taner'in öykücülüğünün önemli bir ayağını da de onun bir tiyatro yazarı olması oluşturur. Bu iki alan birbirlerini besleyen, birbirlerini doğuran ve birbirleriyle gelişen iki alandır. Kısa öykü ile ilgili ortaya atılan görüşlerden birisi de kısa öykünün "tiyatro oyunları, baladlar, lirik koşuk ve sonelerle benzerlik taşıdığı" (Bates, 2001: 11) görüşüdür. Bu konuyla ilgili İrlandalı bayan kısa öykü yazarı Elisabeth Bowen de şunları söylüyor: "Kısa öykü... kurgusunda barındırdığı eylemi, romandaki gibi değil tiyatrodaki gibi kullanır. Teknikle çok yakından ilgili olan sinema da aynı akımdandır: son otuz yılda, bu iki sanat dalı birlikte gelişmektedir. İkisi arasında benzerlikler bulunmaktadır-hiçbiri belli bir gelenekten gelmez; bu nedenle her ikisi de özgürdür ve kendi içlerindeki özgün dizeneklere göre hareket ederler ve ikisinin de işleyebileceği sonsuz malzemeleri vardır: çağımızın yolunu şaşırmış romantizmi..." (aktaran Bates, 2001: 11) Buradan yapılacak bir çıkarımla denilebilir ki Taner öykücülğü ele alınırken onun aynı zamanda bir tiyatro yazarı olduğu gerçeği gözden uzak tutulmamalıdır. Taner öykücülüğünün başarılı olmasının bir sebebi de işte buradan gelir. DEVAMI VAR.

Etiketler: ,

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa