Saat almış başını gidiyor (Deneme)
Saat almış başını gidiyor. Bense bitmeyen mutluluk arayışları içinde kendimi kaybetmiş durumdayım. Mum ışığını karanlıkta raks ettiren yalnız biriyim ben. Gözbebeklerime yerleşen korkuyu yok etmeyi beceremiyorum. Büyümeye direniyorum; ama ne yazık ki zaman kazanıyor yine. Büyüyorum… Ben çocukluğuma uçmak isterken zorla olgunluğa çekiyorlar beni. Ancak yavaş yavaş anlıyorum ki temiz sevgiler ve dostluklar taş devrinde terk edilmiş gibi. Gerçek aşkı “Leyla ile Mecnun”la, gerçek dostluğu “Karagöz ve Hacivat”la birlikte tarih kitaplarının tozlu sayfaları arasına gömmüşüz, ne yazık!...
Oysa güneşi avuçlarımızla
tutabilecek kadar masum olabilseydik ne güzel olurdu. Her sabah, yıldızları
sepetine toplayan ay prensesi olabilseydim ya da denizdeki ay yakamozunda oynayan
denizkızı. Ama boş yere harcandı sonsuz bir sevgi. Boş yere terk edildi umutlar
ve yine boş yere unutuldu sevmek ve sevilmek. Umuda küstü minicik yüreğim,
acımasız avuçlar paramparça ettiler en tatlı düşlerimi. Kalpsizlere yenik düştü
kalbim! Oysa dünyayı kucaklayabilecek kadar büyüktü…
Belki bir gün isyan rıhtımında
bekliyor ölüm beni. Kaçırdığım vapurda yitip giden umutlarıma yaşlı gözlerle
mendil sallarken tükenecektir belki de gücüm. Ya da çoktan istasyonunu terk
etmiş bir trende unuttuğum hayallerime ağlarken gelecektir ömrüme acı bir felç.
Belli mi olur, belki de avuçlarım arasından kayıp giden, kayıplara karışan
yaşama gücüme ağlarken geceleri, bir hıçkırıkla kesiliverecektir nefesim…
Yarından umut kalmayınca boş gelen günler dizisinde unutacağım adımı. Belki de
güneşe susuz kalan yüreğimde bir sabah aniden bir güneş doğacak. Kırlarında bin
bir renk çiçekler açacak umutlarımın. Binlerce güvercin havalanacak yüreğimin
caddelerinden. Ve belki de bir gün yeniden dirileceğim…
Dedim ya, biri kadar yüksek
diğerinin olasılığı da. Kadehimde kirli sarı bir gök birikmişti. Göz kapaklarım
ters dönmüştü uykusuzluktan. İçki içsem ağzımda cam kırıkları. Batıyordu binsem
dediği gemiler. Pırıl pırıl bir boşlukta öylece duruyordu çığlıklarım.
Aynalardan yalnız dönüyordum. Dünyadaki yerimi sanki eskitmiş gibi bulutlu
uykulardan uyanamıyordum. Dilimde yanık yıldızların tadıyla gökyüzüne açılmıştı
kirpiklerim. En yağmurlu dönemini yaşıyordu yanaklarım. Şöyle derin bir “of”
çeksem ciğerlerim parçalanacaktı sanki.
Hiç düşünmeden çığlık dolu
canavar sokaklara sermiştim gençliğimi. Yalancı aynalara teslim etmiştim
güzelliğimi. Bir tefeciye vermiştim örgülü saçların uçarı umutlarını değmez bir
aşk uğruna. Ama faizlerine bile yetmemişti umutlarım. Umut, duygu, hayal derken
sonunda irademi de aldılar. Tahta kuklalara döndüm birden. Çırılçıplak kalmıştı
ruhum. Duyguların gecelerinde üşüdüm, utandım. Ve bir gün bir köşede çıplak
ruhum tahta kukladan habersiz can verdi bir asmanın gölgesinde. Ay yansıyordu o
gece çıplak ruhumda. Karıncalar üşüştü tahta kuklaya. Oysa ben tahtakurularını
bekliyordum. Kemirip tükettiler bedenimi…
Sahilin dalgayla öpüştüğü,
güneşle ayın vedalaştığı o saatte martılar acı çığlıklar atarken bir parça
umuttu tek dileğim. Ama gözlerim, denizlerim taştı. Bir kervansaraydan
gecekondu kaldı geriye. Yine de bir umudum olmadı, olamadı.
Acı çığlıklara aldırmadan geçti
zaman. Ne durdu, ne de dinlendi. Saatler dursa takvimler durmuyordu. Akreple
yelkovan sürekli bir koşuşturmadaydı. Kim bilir kaç insan tüketmiş ama
tükenmemiş zaman. Hep akmış ve akacak. Bazen yıldızları geceden koparıp almak
geldi içimden. Ama yıldızsız bir gecede yalnızlık daha kasvetli olacaktı,
yapmadım. Şimdi kayalıklar üzerinden denize bakıyorum. Yalnızlığın bana vurduğu
gibi binlerce tokatla sahile vuruyor dalgalar. Koca sahil bir şey yapamazken
ben ne yapabilirim ki?
Yine de zaman zaman bir iki çiçek
açıyor içimin sonsuz çorak topraklarında. Hatta bir iki kelebek havalanıyor
yapraklarından ve geceleri bazen korosu duyuluyor cırcır böceklerinin. Kısacası
acılar bile sonsuza dek sürmüyor.
Vakitsiz gelen baharla zamansızca
açan güller vaktinden önce solmuştu o mevsim. Kanat çırpışları erken başlamıştı
güvercinlerin. Odamda saklıyordum gözyaşlarımı, odam yakında taşacaktı. Halımın
altına hapsetmiştim umutlarımı, artık hiç kimse bulsun istemiyordum. Yaşama
sevincim doruk noktasında mahsur kalmıştı. Mide bulandıran bir ayrılık sinmişti
anılarımın üzerine. Anılarıma adam gibi anılar ekleyemiyordum artık. Birden
bire boşalan yağmurlarla çözülüvermişti ipleri yüreğimin. Gözlerimi ne yana
çevirsem hayal kırıklıklarıyla donatılmış hayatlar görüyordum. Yavaş yavaş
tükeniyordum. Ama zaman hızla geçiyordu. Yoksa ben kendimi tüketecektim.
Şimdiyse yeniden tomurcuklanıyorum. Gönlümün hırçın sularındaki köhne bir
teknede kendime bir sahil arıyordum…
Artık çorak değil yüreğim.
Yeniden bin bir renk çiçeklerle bezendim. Yaz sıcağında buz kesmiyor bedenim.
Gözlerime çektiğim kara peçelerimi açtım. Işıltılı bir dünyaya bakmaktayım
penceremden. Ellerimde ışık ışık balonlar var. Her sabah bir yenisini
uçuruyorum gökyüzüne. Hüznü, acıyı ve umutsuzluğu odamdan içeri almıyorum.
Tüm hayatımın dilsiz şahididir
odam. Bütün isyan çığlıklarımı sitemsizce dinledi el dokuması halım. Kayalara
daha hızlı çarptı dalgalar hırsından. Geceler siyaha boyandı, parlatmadı soylu
yıldızlarını. Dağlar gizlendi sislerin ardına. Yollar uzadı, zaman akmadı o
zamanlar.
Yüreğimin sokaklarında çocuklar
oynuyor. Deniz ve gök cilveleşiyor bir yandan. Belirsiz zamanlara ertelediğim
düşlerimi yeniden düşlüyorum. Yaşamak istiyorum acıların elimden aldığı o
yılları. Ama başımda sürekli bir ağrı gezdiriyorum gittiğim her yere.
Umutsuzluk içindeyim. Sanki hep kapalı yollarım. Karanlıklarda boğulup boğulup
diriliyorum. Bu işkence bir türlü bitmiyor.
Oysa kocaman bir yürekle
sevmiştim. Gözlerim değil yüreğimdi onu seven. Kana karışıp gelmiş oturmuştu
yüreğime. Bir başka yerde olamazdı zaten. Çiçek çiçek açmıştı yüreğimde.
Gökkuşağı bile zayıf kalmıştı yanında. Bu işte yazık ki saklı gizli bir
yalnızlık var. Tüm renkleri soldu yüreğimin. Umutlarımsa terki diyar eylediler.
Artık yalnızlardayım…
Etiketler: Çayyaş Edebiyat, Demet Yener
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa