ENGELİNİZİ YENİN (Fıkra)
“Engelli
olmak” günümüzde kabuk değiştirmiş bir olgudur. Gündemde önemli bir yeri olan
bu toplumsal olgu, artık sosyal bilimlerin temel konularından biri halini
almıştır. Engelli olmak, artık gizlenilecek, utanılacak bir durum olmaktan da çıkmıştır.
Günümüzde konuşulup, tartışılarak, çözüm önerileri sunularak ve bunlar uygulanarak
sonuç analizleri oluşturulan bir konu haline gelen engelliler, toplumun bir
parçası olduğu sürekli yadsınan ya da varlıkları tamamen yok sayılan bir kesim
olarak sosyolojik açıdan önemlidir.
Modern
toplumla birlikte iç dünya güzelliğinin yerini dış görünüşün güzelliği
almıştır. Gazete, dergi, televizyon, sinema, tiyatro gibi alanlarda insanlar
fiziksel güzellikleriyle atağa kalkmışlar, saygı görmüşler, para kazanmışlar ve
mevki sahibi olmuşlardır. Sürekli göz önünde ve neredeyse kusursuz (!) bedenler
önem kazandıkça engelli insanlar daha da çok kendilerine dönmüşler, kendi kabuklarına
çekilmişlerdir. Kurdukları bu içe dönük dünya ile kendilerini korumak adına dış
dünyaya sırtlarını dönmüşler, soyutlanmaya yönelik savunma mekanizmaları
geliştirmişlerdir. Ekonomik anlamda vasat, eğitim seviyeleri düşük, bedenleri
ya da zihinleri engelli olduğundan toplum tarafından yok sayılıp göz ardı
edilerek engelsizmiş gibi yaşamaya zorlanmışlardır. Toplu taşıma araçları,
cadde ve sokaklar, hastaneler gibi tüm alanlar sanki onlar hiç yokmuş gibi
tasarlanmıştır. Öyle ki onlar sadece kendilerine ayrılan özel alanlarda yaşamak
zorunda bırakılmış, bu alanlara hapsedilmiş, sonra da “İnsanlara özgürlük!”
naraları atılmış, özgürlüklerinin kısıtlandığını savunan insanlarca sokaklar
doldurulmuştur. Ya sizin kısıtladığınız hayatlar?
Engelliler,
bu kısıtlamayı hiç tatmamış olanlarla aynı hayat standardını paylaşmak,
olabildiğince engelsizmiş gibi yaşamak zorunda bırakılmıştır. Toplum tarafından
önemsiz bir ayrıntı sayılarak göz ardı edilen “engelli” gerçeği toplumu
oluşturan tek tek bireylerde de yansımasını göstermede gecikmemiştir. Hayat
normal seyrindeyken hiçbir şeyi fark etmeyen, engellenmenin ne anlama geldiğini
bilmeyen engelsiz insanlar yığını, gündelik hayatlarını devam ettirme çabası
içindeyken farkında olmadan engelli bireylerin hayatlarını daha da
zorlaştırmışlardır. Örneğin; trafikte engelli plakası taşıyan bir arabaya
tahammül yoktur, o araba mutlaka geçilmelidir. Park yeri bulunmadığı zamanlarda
oraya gelecek olan engelliyi düşünmeden ona ayrılan yere park edilir ve “yanlışlıkla”
trafik cezası kesilmişse böyle özel yerlere gerek duyulmasının anlamsız olduğunu
ifade eden bir konuşma yapılarak olay yeri terk edilir. Belediyenin bazı
kaldırımlara yapıp bazılarına yapmadığı eğimli yerlere park yeri yetersizliği
bahane edilerek hiç düşünmeden araba ya da motorlar park edilir. Asansör sırası
beklerken -metroda, hastanede, alışveriş merkezinde- genelde birçok kişi
acelesi olduğu iddiasıyla ne bir özürlüye ne bir yaşlıya ne de bebek arabası
yürüten bir anneye öncelik verir. Nasılsa onlar bir yerlere yetişmeyeceklerdir,
nasılsa önemli bir işleri olamaz, biraz daha beklesinler fikri söz konusudur.
Ben,
başımdan geçen ve bunlardan daha da acısını anlatan bir olayı sizlerle
paylaşmak istiyorum. Hamileliğimin beşinci ayıydı yanılmıyorsam, otobüsteydim, Kordon’a
inip biraz deniz havası almak bana da bebeğime de iyi gelir diye düşünmüştüm. Şoför
tarafında üçüncü sırada falan oturuyordum. Tıklım tıklım dolu otobüs; bir
durağa daha yanaştı ve birileri inmeye, birileri de binmeye çabalarken özürlü
bir genç gözüme takıldı. Bacakları tam olarak tutmadığından koltuk değnekleri
yardımıyla ayakta durabiliyor, çok zor yürüyordu. Kimse istifini bozmuyor,
otobüs hızlanıp yavaşladıkça ayakta durmakta daha da zorlanıyordu. Etrafımdaki “kusursuz”
insan yığınına ters ters bakıyor, durmadan iç çekiyordum. Bu sırada orta
yaşlarda bir adam bana döndü ve “Sen kendinin oturuyor olduğuna şükret! İşe ya
da okula giden üretken (!) insanların trafikte olacağı saatte senin gibi
hamilelerin ya da bunun (özürlü genci işaret ederek) gibi yarımların sokağa
çıkmanız şart mı?” diye son sesiyle bağırarak ve kendinin haklı olduğundan emin
şekilde kafasını sallayarak azarladı beni. Afallamıştım, tek söz edemedim. Koca
otobüsten tek bir ses bile çıkmadı. Kimse “Bu kadarı da olmaz?” demedi. Sadece
biri kalkıp o gence yerini verdi. İkimiz de koltuklarımıza emaneten iliştik ve
yola devam ettik.
Görüldüğü
üzere engellilerin zaten yeteri kadar zor olan hayatı, sözde biz engelsizler
tarafından daha da zor hale getiriliyor. Yine de ümidimizi kesmiyoruz. Çünkü
tüm bu olumsuzluklara rağmen iyi bir eğitim almak için savaşan, resimle ya da müzikle
ilgilenen, farklı spor dallarında turnuvalar düzenleyen, bilimle ve sanatla ilgili
çalışmalar yapan engelli sayısı da yadsınamayacak kadar çok. Üzerimize düşen görev
yapılmayanlar ya da olumsuzluklarla ilgili konuşarak vakit kaybetmek yerine
daha iyisini yapmalarında onlara yardımcı olmak. Bu savaşçı engellilere İngiliz
fizikçi, evrenbilimci, astronom, teorisyen ve yazar olan Stephan William
Hawking’i örnek vermek istiyorum. 1942 doğumlu olan Hawking, Oxford
Üniversitesi’nde fizik eğitimi aldıktan sonra Cambridge’de Evrenbilim
(Kozmoloji) eğitimi aldı. Doktorasını aldıktan sonra ilk önce araştırma
asistanı, daha sonra da profesör asistanı oldu. 1973'de Gökbilim
Enstitüsünden ayrıldıktan sonra Uygulamalı matematik ve Kuramsal
fizik bölümüne geçti. 1979'dan sonra matematik bölümünde Lucasian matematik profesörü oldu. Bu
unvan 1663’te Isaac Newton’a verilmişti. 1960'ların başında 21 yaşındayken
tedavisi olmayan Amyotrofik Lateral Skleroz (ALS) hastalığına yakalandı. Motor nöronlarının zamanla yüzde
seksenini öldürerek sinir sistemini felç eden; ancak beynin zihinsel
faaliyetlerine dokunmayan bu hastalık, Hawking'i tekerlekli sandalyede yaşamaya
mahkûm etti. Ünlü bilim adamı, 1985 yılından bu yana sesini de yitirmiş olduğu
için, koltuğuna yerleştirilmiş, yazıları sese dönüştürebilen bilgisayarı
sayesinde insanlarla iletişim kurabiliyor. Kitapları, kırk dile çevrildi. Son
kitabı “Ceviz Kabuğundaki Evren”de, dünyanın büyük bir felaket ile karşı
karşıya kalabileceğini belirterek uzayda insan kolonileri kurulmasını gündeme
getirmişti. “Zamanın Kısa
Tarihi: Büyük Patlamadan Karadeliklere” kitabı, Hawking'e asıl
şöhreti getirmişti. 2012'de de “Büyük Tasarım” adlı kitabını çıkartmıştır.
Stephen Hawking, Einstein’dan bu yana dünyaya gelen en parlak teorik fizikçi
olarak kabul edilmektedir. On iki onur derecesi ve birçok madalya ile ödül
almıştır. Amerikan
Ulusal Bilimler Akademisi üyesidir.
Yazdığı çocuk kitaplarıyla da çocukları etkileyip onları evrenbilime
yanaştırmıştır.
Söylenen tüm sözlerin ve ortaya atılan tüm
düşüncelerin ötesinde Hawking şunu kanıtlıyor: Dünyaya engelli gelmiş
olabiliriz ya da onun gibi belli bir yaşta engelli bir hayata geçebiliriz.
Önemli olan engellere takılmadan hayallerinin peşinde koşabilmektir. Önemli
olan adına yaşamak denen eylemin sadece bedenle değil; ruhla, zekâyla,
hayallerle, yaşama sevinciyle, hırsla ve kendinle barışık olmakla
gerçekleştirilebileceğini unutmamaktır. Sen engelli oluşunu hayatının birinci
planına yerleştirmezsen kimse öncelikli olarak senin engelli oluşuna bakmaz.
Sen kendini nasıl görürsen ve nasıl kabul edersen diğerleri de aynısını yapmak
zorunda kalır. Engelinizi yenin; çünkü bunu yaparsanız hayatınızı kazanırsınız.
Toplumun bu en büyük ayıbını ortadan kaldırmanın yolu engellilerin kendilerini
eksik ya da yetersiz görmemesi ve hayatın her alanını doludizgin yaşamasıdır. Bırakın
engeliniz değil başarınız konuşsun!
Demet
YENER
Engelsiz Yaşam Dergisi'nde yayımlanmıştır.
Etiketler: Çayyaş Edebiyat, Demet Yener
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa