23 Ocak 2014 Perşembe

ENGELİNİZİ YENİN (Fıkra)

“Engelli olmak” günümüzde kabuk değiştirmiş bir olgudur. Gündemde önemli bir yeri olan bu toplumsal olgu, artık sosyal bilimlerin temel konularından biri halini almıştır. Engelli olmak, artık gizlenilecek, utanılacak bir durum olmaktan da çıkmıştır. Günümüzde konuşulup, tartışılarak, çözüm önerileri sunularak ve bunlar uygulanarak sonuç analizleri oluşturulan bir konu haline gelen engelliler, toplumun bir parçası olduğu sürekli yadsınan ya da varlıkları tamamen yok sayılan bir kesim olarak sosyolojik açıdan önemlidir.
Modern toplumla birlikte iç dünya güzelliğinin yerini dış görünüşün güzelliği almıştır. Gazete, dergi, televizyon, sinema, tiyatro gibi alanlarda insanlar fiziksel güzellikleriyle atağa kalkmışlar, saygı görmüşler, para kazanmışlar ve mevki sahibi olmuşlardır. Sürekli göz önünde ve neredeyse kusursuz (!) bedenler önem kazandıkça engelli insanlar daha da çok kendilerine dönmüşler, kendi kabuklarına çekilmişlerdir. Kurdukları bu içe dönük dünya ile kendilerini korumak adına dış dünyaya sırtlarını dönmüşler, soyutlanmaya yönelik savunma mekanizmaları geliştirmişlerdir. Ekonomik anlamda vasat, eğitim seviyeleri düşük, bedenleri ya da zihinleri engelli olduğundan toplum tarafından yok sayılıp göz ardı edilerek engelsizmiş gibi yaşamaya zorlanmışlardır. Toplu taşıma araçları, cadde ve sokaklar, hastaneler gibi tüm alanlar sanki onlar hiç yokmuş gibi tasarlanmıştır. Öyle ki onlar sadece kendilerine ayrılan özel alanlarda yaşamak zorunda bırakılmış, bu alanlara hapsedilmiş, sonra da “İnsanlara özgürlük!” naraları atılmış, özgürlüklerinin kısıtlandığını savunan insanlarca sokaklar doldurulmuştur. Ya sizin kısıtladığınız hayatlar?
Engelliler, bu kısıtlamayı hiç tatmamış olanlarla aynı hayat standardını paylaşmak, olabildiğince engelsizmiş gibi yaşamak zorunda bırakılmıştır. Toplum tarafından önemsiz bir ayrıntı sayılarak göz ardı edilen “engelli” gerçeği toplumu oluşturan tek tek bireylerde de yansımasını göstermede gecikmemiştir. Hayat normal seyrindeyken hiçbir şeyi fark etmeyen, engellenmenin ne anlama geldiğini bilmeyen engelsiz insanlar yığını, gündelik hayatlarını devam ettirme çabası içindeyken farkında olmadan engelli bireylerin hayatlarını daha da zorlaştırmışlardır. Örneğin; trafikte engelli plakası taşıyan bir arabaya tahammül yoktur, o araba mutlaka geçilmelidir. Park yeri bulunmadığı zamanlarda oraya gelecek olan engelliyi düşünmeden ona ayrılan yere park edilir ve “yanlışlıkla” trafik cezası kesilmişse böyle özel yerlere gerek duyulmasının anlamsız olduğunu ifade eden bir konuşma yapılarak olay yeri terk edilir. Belediyenin bazı kaldırımlara yapıp bazılarına yapmadığı eğimli yerlere park yeri yetersizliği bahane edilerek hiç düşünmeden araba ya da motorlar park edilir. Asansör sırası beklerken -metroda, hastanede, alışveriş merkezinde- genelde birçok kişi acelesi olduğu iddiasıyla ne bir özürlüye ne bir yaşlıya ne de bebek arabası yürüten bir anneye öncelik verir. Nasılsa onlar bir yerlere yetişmeyeceklerdir, nasılsa önemli bir işleri olamaz, biraz daha beklesinler fikri söz konusudur.
Ben, başımdan geçen ve bunlardan daha da acısını anlatan bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum. Hamileliğimin beşinci ayıydı yanılmıyorsam, otobüsteydim, Kordon’a inip biraz deniz havası almak bana da bebeğime de iyi gelir diye düşünmüştüm. Şoför tarafında üçüncü sırada falan oturuyordum. Tıklım tıklım dolu otobüs; bir durağa daha yanaştı ve birileri inmeye, birileri de binmeye çabalarken özürlü bir genç gözüme takıldı. Bacakları tam olarak tutmadığından koltuk değnekleri yardımıyla ayakta durabiliyor, çok zor yürüyordu. Kimse istifini bozmuyor, otobüs hızlanıp yavaşladıkça ayakta durmakta daha da zorlanıyordu. Etrafımdaki “kusursuz” insan yığınına ters ters bakıyor, durmadan iç çekiyordum. Bu sırada orta yaşlarda bir adam bana döndü ve “Sen kendinin oturuyor olduğuna şükret! İşe ya da okula giden üretken (!) insanların trafikte olacağı saatte senin gibi hamilelerin ya da bunun (özürlü genci işaret ederek) gibi yarımların sokağa çıkmanız şart mı?” diye son sesiyle bağırarak ve kendinin haklı olduğundan emin şekilde kafasını sallayarak azarladı beni. Afallamıştım, tek söz edemedim. Koca otobüsten tek bir ses bile çıkmadı. Kimse “Bu kadarı da olmaz?” demedi. Sadece biri kalkıp o gence yerini verdi. İkimiz de koltuklarımıza emaneten iliştik ve yola devam ettik.
Görüldüğü üzere engellilerin zaten yeteri kadar zor olan hayatı, sözde biz engelsizler tarafından daha da zor hale getiriliyor. Yine de ümidimizi kesmiyoruz. Çünkü tüm bu olumsuzluklara rağmen iyi bir eğitim almak için savaşan, resimle ya da müzikle ilgilenen, farklı spor dallarında turnuvalar düzenleyen, bilimle ve sanatla ilgili çalışmalar yapan engelli sayısı da yadsınamayacak kadar çok. Üzerimize düşen görev yapılmayanlar ya da olumsuzluklarla ilgili konuşarak vakit kaybetmek yerine daha iyisini yapmalarında onlara yardımcı olmak. Bu savaşçı engellilere İngiliz fizikçi, evrenbilimci, astronom, teorisyen ve yazar olan Stephan William Hawking’i örnek vermek istiyorum. 1942 doğumlu olan Hawking, Oxford Üniversitesi’nde fizik eğitimi aldıktan sonra Cambridge’de Evrenbilim (Kozmoloji) eğitimi aldı. Doktorasını aldıktan sonra ilk önce araştırma asistanı, daha sonra da profesör asistanı oldu. 1973'de Gökbilim Enstitüsünden ayrıldıktan sonra Uygulamalı matematik ve Kuramsal fizik bölümüne geçti. 1979'dan sonra matematik bölümünde Lucasian matematik profesörü oldu. Bu unvan 1663’te Isaac Newton’a verilmişti. 1960'ların başında 21 yaşındayken tedavisi olmayan Amyotrofik Lateral Skleroz (ALS) hastalığına yakalandı. Motor nöronlarının zamanla yüzde seksenini öldürerek sinir sistemini felç eden; ancak beynin zihinsel faaliyetlerine dokunmayan bu hastalık, Hawking'i tekerlekli sandalyede yaşamaya mahkûm etti. Ünlü bilim adamı, 1985 yılından bu yana sesini de yitirmiş olduğu için, koltuğuna yerleştirilmiş, yazıları sese dönüştürebilen bilgisayarı sayesinde insanlarla iletişim kurabiliyor. Kitapları, kırk dile çevrildi. Son kitabı “Ceviz Kabuğundaki Evren”de, dünyanın büyük bir felaket ile karşı karşıya kalabileceğini belirterek uzayda insan kolonileri kurulmasını gündeme getirmişti. “Zamanın Kısa Tarihi: Büyük Patlamadan Karadeliklere” kitabı, Hawking'e asıl şöhreti getirmişti. 2012'de de “Büyük Tasarım” adlı kitabını çıkartmıştır. Stephen Hawking, Einstein’dan bu yana dünyaya gelen en parlak teorik fizikçi olarak kabul edilmektedir. On iki onur derecesi ve birçok madalya ile ödül almıştır. Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi üyesidir. Yazdığı çocuk kitaplarıyla da çocukları etkileyip onları evrenbilime yanaştırmıştır.
Söylenen tüm sözlerin ve ortaya atılan tüm düşüncelerin ötesinde Hawking şunu kanıtlıyor: Dünyaya engelli gelmiş olabiliriz ya da onun gibi belli bir yaşta engelli bir hayata geçebiliriz. Önemli olan engellere takılmadan hayallerinin peşinde koşabilmektir. Önemli olan adına yaşamak denen eylemin sadece bedenle değil; ruhla, zekâyla, hayallerle, yaşama sevinciyle, hırsla ve kendinle barışık olmakla gerçekleştirilebileceğini unutmamaktır. Sen engelli oluşunu hayatının birinci planına yerleştirmezsen kimse öncelikli olarak senin engelli oluşuna bakmaz. Sen kendini nasıl görürsen ve nasıl kabul edersen diğerleri de aynısını yapmak zorunda kalır. Engelinizi yenin; çünkü bunu yaparsanız hayatınızı kazanırsınız. Toplumun bu en büyük ayıbını ortadan kaldırmanın yolu engellilerin kendilerini eksik ya da yetersiz görmemesi ve hayatın her alanını doludizgin yaşamasıdır. Bırakın engeliniz değil başarınız konuşsun!
Demet YENER
Engelsiz Yaşam Dergisi'nde yayımlanmıştır.




Etiketler: ,

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa