Gidiyorum
Dingin ruhum sıtmalı anıları tüketiyor şimdi. Hangisi doğru, hangisi gerçek? Ne yaşıyorum, nasıl yaşıyorum bilmiyorum. Bir düş gibi hayatı terk edişim. Hummalı bir çıkış bu hayattan. Gün ışığına hasret gözlerimde sevda oyunları oynuyor kirpiklerim. Yağmurlu ve fırtınalı bir havasındayım ömrümün. İçim çok acıyor. Kalabalıklara gömülü yalnızlığımla çıplak ayaklı bir kız çocuğu gibiyim. Bilincimin en körpe ve deneyimsiz alanlarında, hayatıma, bana ve geleceğime dair çok önemli kararlar vermiş olmanın diyetini ödediğim günlerindeyim hayatımın. Avuçlarımda anlamsızlıklara dair ter damlaları, boş çabalarımın birer nişanı gibi parlıyorlar gün ışığında. Acı gerçekler birbiri ardına indiriyor tokadını yüzüme. Öyle tokatlar ki bunlar, kızaran yüzümle yetinmiyor ve izleri kalıyor benliğimde. Şimdi kurumuş bir çiçek gibi gençliğim. Hızla akan hayata direnemeyip un ufak oluyor geçmişim. Yaşanmışlığım artık sadece anılarda, hatırlayabildiğim…
Kalabalıklar
içinde çok yalnızım. Hiçbir ses yetmiyor yalnızlığımı dindirmeye. Anlayan yok
hiç yalnızlığımın derinliğini. Karanlıkta, kör gibi el yordamıyla yaşıyorum
hayatı. Ruhum çürük içinde. Talihsizce çarpıyorum hayatın sivri köşelerine. Yaşamak
çılgınca zor geliyor birçok an. Belirsizliğin dibine vurmuş durumdayım. Usumun
uslanmayan yerlerinde usulsüz düşünceler geziniyor. Çok korkuyorum. Parmaklarımın ucunda yürüyorum
çoğu zaman. Ayakkabılarım elimde, sessiz ve kasılmış halde. Fısıltılarım bile
çığlık gibi. İçimde delicesine bağıran bir kız çocuğu can çekişiyor. Gözlerimde
güzel günlerin hayaliyle dalıyorum uykulara, bitmez rüyalara. Derken kâbus
oluyor rüyalarım. Hayallerimle renklenen rüyalarımda gözlerim açıkken daldığım
çok derin bir uykuyu görüyorum. Öyle bir uyku ki uyanmama bir türlü izin
vermiyor. Bedenim yavaş yavaş soğuyor. Ruhumun benden ayrıldığını hisseder
gibiyim. Etraf buz kesmiş gibi. Güneşten yanmış esmer tenimin rengi beyaza
dönüyor.
Sıçrayarak
uyandığım yatağımda, rüyamın aksine kan ter içinde buluyorum kendimi.
Yanıyorum…
Alev
alev…
Sımsıcak,
sıcak, ateşlerdeyim…
…
Peki,
şimdi hangisi rüya? Ölüyor muyum yaşıyor muyum?
Ölüyorsam
neler düşünmeliyim?
Yaşıyorsam
sevinmeli miyim?
Ayrıca
neden kaskatı bedenim?
Neden
kımıldayamıyorum?
Yaşamla
ölüm arasındaki o ince çizgide her şey karmakarışık. Sanki insanoğlu, Tanrı'nın
sürülmemiş bakir topraklarına atılmış ve eskiyip yitmiş değersiz ruhlar gibi.
Bulut
gölgesinde yaşarım. Yağmur damlalarında yaşam bulurum. Rüzgârın getirdiklerine
ilgi duyarım. Şimdilerde rüzgâr sadece kuru yapraklar getiriyor. Onların da
üzerinde benim ruhumdakiler gibi derin çatlaklar var, sahibi belirsiz yaralar
var. Hangi rüzgârsa onları dallarından koparıp uzaklara savuran, söylesem beni
de götürür mü masal ülkelerine?
Karmakarışığım.
Daha
önce hiç bakmadığım gibi bakıyorum geçmişe, düne, dünüme. Bakış açım her
değiştiğinde başım daha da dönüyor.
Resimler
ters düz olurken kafamın içinde, kiminin rengi değişiyor, kiminde cam kırıkları
ve kan damlaları. Gittikçe soluyor bazıları. Dokunduğum resim alev alıyor,
“Bırak beni!” diyor. Artık anlıyorum ki oldukları yerde çok mutlular, dönmek
istemiyorlar, yalnız bırakılmak istiyorlar.
Başıboş
hislerim savruluyor oraya buraya, düne, bu güne. Etrafımdaki kalabalıktan kimi
üzerine basıyor dağınık hislerimin, kimi itiyor elinin tersiyle.
Yaralarım
büyüyor.
Kendimden
nefret ediyorum.
Yalnızlıktan
nefret ediyorum
Anlaşılmamaktan
nefret ediyorum.
Uzaklaştıkça
bedenimden, adeta hafifliyorum.
Hayata
tutunmak için hiçbir sebebim yok nasılsa. Kolumdan tutup da “Gitme, kal!” diyen
de yok. Artık veda zamanı.
Şimdi
iyiden iyiye buz kestim.
Kendimin
üzerinden kendime bakıyorum. Sakin, sessiz, huzurlu, yalnız ve uyumakta olan
bir prenses gibi görünüyorum. Yaşarken baktığım aynalar bana kendimi bunun onda
biri kadar güzel gösterseydi daha çok sevebilirdim kendimi.
Fizik
varlığımdan kopmak içimi acıtıyor; ama ruhani hayatımda mutluluğu aramaya
gidiyorum.
Elveda
hayatımın insanları…
Gidiyorum…
Etiketler: Demet Yener
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa