25 Ekim 2013 Cuma

VEDA

Kırgınlığımın sebebi sensin. Gün doğumu gibi eşsiz bir manzara misali gülümsüyordun karşımda. Hayallerinin pembeliği yanaklarına yansımış gibiydi. Ay gibi parlayan gözlerinde kendi aksimi ilk gördüğümde delice ürpermiştim. Ne öyle bir göz görmüştüm o güne kadar ne de öyle bir ben. Dudakların, rüzgârda titreyen yapraklar gibiydi. Buselerim henüz dönmüştü yanaklarından. Kırılgan bir yüreğin vardı sanki ve bir güvercin gibi çırpınıyordu o an. Minik yüreğime aşkın tohumlarını serpiştirdiğin o akşamüstü çayına büyük borcum var benim sanmıştım. Yudumlar arasına serpilmiş tümcelerle sanki sana sahip olmuştum ben. Düşlerim, serseri bir güneşin teninde kavrulmaktaydı. Sözler, beynimde bir fırtınanın ardı gibi darmadağındı. Bir araya getirmeyi başarabilseydim; yüreğini hoplatacak edalı sesimle seni bulutlarda bir mavi yolculuğa çıkarabileceğimi düşünmüştüm. Oysa zebani umursamazlığın iş başındaydı. Seni başka türlü sanmıştım. Gözlerimdeki çaresizliğin çözümü sandığım sen, çaresizliğimin sebebi oldun.
Neydin sen? Bir rüzgâr mıydın da şöyle bir esip geçtin? Yapraklarını, dallarını kırdın içimdeki çınarın. Ta uzaklardan belli belirsiz bir ses olsaydın “Merhaba!” demeni isterdim. Yumuşacık dokunuşlarıyla büyüleyen bir el olsaydın “Özledim!” diyerek sarılmanı isterdim. Tılsımlı bir bahar gibi umut ışığım olmanı isterdim. Bir gül olsaydın bahçemde derin derin koklayıp içime çekseydim seni. Bir göz olsaydın da baksaydın bir kez gözlerime ve çekip alsaydın içlerinde biriken hüznü. O zaman kirpiklerimde yağmurlar dumanlanmazdı, biliyorum. Bir bilsen nasıl sevinirdi dudağımdaki öksüz tebessüm. Şimdi o kirpiklerim, eskimiş bir saatin kırılan yelkovanı gibi başıboş ve işe yaramaz. Öyle sevmiştim ki seni, kendime yabancılaşmıştım adeta. Gözüm kendini tanımaz olmuştu aynalarda. Senin sesinin yanında kendi sesim eldi sanki bana.
Sen, çölüme düşen tek yağmur damlasıydın. Ya hep yanlış saatlerde bekledim gelmeni
ya da çaldığın anlarda hiç duyamadım kapıyı. Sen, gönlüme yakışan rengârenk bir gökkuşağıydın. Şu anda, gecenin, karanlığı yırtmaya hazırlandığı bir saatindeyim. İki bira içiyorum aynı anda. Bardak benim, şişe senin için. Yokluğunda hayatı iki kişilik yaşıyorum yokluğunu kendime unutturmak için. Yokluğunla kırbaçladığım yüreğim kanlar içinde. Kan sızıyor düşlerime.
Sensiz her gecemde sorguda zebaniler ve koğuşta yoktu tek bir eksik yoklama anlarında senden başka. Acı, keder, hüzün, ben, yalnızlık, çaresizlik ve zebaniler… Alev alev donuyor, avaz avaz susuyordum sorgu anlarında.
Sorun değildi defalarca ölmek. Yeter ki her ölümümde bana yeniden sen hayat ver diye, gecem gündüzüm ol diye, ağlayan gözlerim ol ve her damlada yeniden doğur beni diye, her ne yapılacaksa solmadan resimler, sislenmeden şiirler, islenmeden geceler yeter ki sen yap diye bekledim hep.  
Oysa hayallerim bir bir idam edilmekte aylardır. Ve sen, duygularımı topluca kurşuna diziyorsun büyük bir soğukkanlılıkla. Şimdilerde tüm geceler kımıltısız. Yüreğimi aşkınla lekelediğin günden beri sanki bu aşkla, iffetsizliğimin ipucunu yakalamış gibi yargılıyorlar beni bakışlarıyla. Şimdi çırılçıplağım karanlık odamda. Odamın duvarlarındaki çatlaklar arasına doluşan kimsesizliğimin ve utancımın üzerini, yalnızlık ve çaresizlikle yoğurduğum harçla kapatmaya çalışıyorum geceler boyu. Kan sızıyor gözlerimden. Odamda dolanan huzursuzlukla sevişiyorum yüreğime ilişmesin diye. İki damla gözyaşı düşüyor yerdeki paramparça düşlerimin üzerine.


Sen beni yüreğinden çoktan sınır dışı etmiş olsan da ben hâlâ senin kalbinin topraklarında yaşıyordum utanmazca. Kendimi bulamıyordum ne zamandır. “Bedenine sıkışıp kaldığım bu kişi de kim?” diye soruyordum kendime. Meğer ne maharetli bir katilmişsin sen. Nasıl yaptın bilmiyorum; ama bedenim yaşarken öldürdün savunmasız ruhumu. Beraberinde bendeki seni de kendi ellerinle diri diri gömdün toprağa. İşini bilen, acımasız bir avcı gibi en ölümcül yerlerimden tek tek vurdun beni defalarca ruhumun katili. Balçık çöktü gözbebeklerime. Yığılmış arka odaya iyi kötü diye ayrılmadan senli tüm hatıralar. İliklerimden öfke sızıyor. İkram ettiğin kezzap kadehini yudumluyor sevdam acıdan kıvranarak ve cesaretim, bileklerini kesmiş, öylece yatıyor ihanetin eşiğinde.
Neden sonra gözlerimi açtığımda her şey değişmişti. Karar verdim: “Bu böyle gitmeyecek.” Ve bir sabah bir dilencinin avuçlarına bıraktım sevdamı. Bundan böyle esip geçmiş deli bir rüzgâr, seller boyu taşmış; ama sonrasında toprağın derinlerine gömülen bir yağmur ya da gecenin en ıssız yerinde görülüp unutulan bir rüya farz et beni. Rüzgârın tek bir dalı bile kımıldatmaya dermanı kalmadığını düşün ya da bulutların bünyesinde tek bir damla bile su kalmadığını. Sana hasretimden gözyaşlarımı cömertçe sunduğum yıldızları kaybolmuş geceler boyunca anma bile adımı artık. Çünkü karşılaşınca tetiğine basılan bir silaha döndü bu aşk. Ve ben her defasında koşulsuzca teslim olduğum halde tekrar ve tekrar acımasızca vurulmaktan çok yoruldum. Gelgitli hayatında, benim sahilimden son kez çekiliyor suların. Kurtlar sofrasının ana menüsü olduğum günlere son. Ellerimi nereye atsam kuruttuğum, görsem dediğim düşlerin kâbusa döndüğü günlere son. Artık limitsiz bir çek gibi sermeyeceğim senin gibi bir yüreksizin önüne yüreğimi. Gönlünce kullandığın, harcadığın, hiçe saydığın yeter sevgimi. Artık adın söylendiğinde, binlerce umudun ve hayalin sorgusuz infazına şahitliğim canlanıyor gözlerimde ve hiçbir şey yapamayışım. Anlamanı beklerdim; “sevmek” değildi zor olan, “sevilmek”ti bir türlü bulunamayan. Buldun; ama anlamadın işte!

Sayende kıyamet tadındaydı hayatım. Ne söylesem ağzımda cam kırıkları. Tek yönlü gidiş biletini kestiğimden beri tadı geliyor yerine dünyanın…

Etiketler: ,

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa