30 Ocak 2014 Perşembe

ANLAMAK (Fıkra)

İnsanoğlu olarak bin bir güzellikle donatılmışken gözlerimiz ilk olarak kötüyü, çirkini, aksak olanı görür. Aslında bu normalin çokluğuna alışmışlıktan kaynaklanır. Mesela insanlardaki fiziki sakatlıklar hemen dikkatimizi çeker. Topallayan bir insanı asla gözden kaçırmayız; buna karşın kötürüm yürekleri de asla fark etmeyiz!  Bir kör, sağır ya da tekerlekli sandalyeye mahkûm bir engelli gördüğümüzde içimizden geçen ilk duygu acıma duygusudur.  İçin için üzülür, belki de “zavallı” diye mırıldanırız. Ne var ki bizden beklenen “acıma” değil “anlama”dır.  İşin çıkmaza girdiği yer de tam olarak burası zaten. Kendini anlayamayan bireyler başkalarını nasıl anlasın. Kendimizi anlayamadığımızdan ötürü de birbirimizi anlayamıyoruz; buna çabalamıyoruz bile. Öğrenilmiş çaresizlik içinde anlamaya anlamaya bir arada yaşamaya çabalıyoruz. Derken hayat anlamını yitiriveriyor. Onu doyasıya yaşamak, içini iyi, güzel ve anlamlı olan ne varsa onlarla doldurmak varken, sadece zorluklarını, olumsuzluklarını, olanaksızlıklarını ve kirli yanlarını yaşıyoruz. Kendimizi hapsettiğimiz bu kaybolunmuş dünyada engelli birine bırakın yardım etmek ya da duygudaşlık (empati yapmak) kurmayı, ona anlayışlı bile olamıyoruz çoğu zaman. Kendimize olmayan engeller, gereksiz eksiklikler yaratıyoruz. Örneğin beden olarak zayıf biriysek daha kilolu olmadığımız için, düz saçlıysak kıvırcık saçlı olmadığımız için, harika resimler yaparken gitar çalamadığımız için, doktorsak mühendis olmadığımız için hayıflanıp duruyoruz. Olduğumuz şeyin değerini bilmiyoruz.

 2008’de Engelli Haftası etkinliklerinde görev almaktan yakınan bir grup öğrencime engelli olmanın anlamını sorduğumda cevaplar o kadar uç noktalardaydı ki neredeyse yaşamaya hakları olmadığını söyleyecek kadar ileri gittiler. Onlarla küçük bir oyun oynadık. İçlerinden ikisinin gözlerini bağladık ve önlerine üç tane kova koyduk. Kovalardan birinde suya atılmış, yumuşamış peçeteler; diğerinde kırılmış çiğ yumurtalar ve sonuncusunda da oyuncak böcekler vardı. Öyle böcekler ki gerçek gibi. Gözleri bağlı bu öğrencilerden önlerindeki bu kovalarda bulunanlardan hangisini yemek istediklerini sordum. Kırk üç kişi dikkat kesilip onları izliyorduk. Ellerini kovaya sokmada inanılmaz tereddüt ediyorlar, sokunca da çığlıklar atıyorlardı. Çok ilginç tahminleri oldu. Hele böcek kovasından sonra sınıfın içinde koşuşturup ellerini durmadan üzerine silen ve gözleri bağlı olduğu için de bacaklarını sıralara çarpıp duran öğrencim sayesinde çok güldük. Görememek kâbusunu yaşayan ve bu yaşananları izleyen öğrencilerime başka oyun isteyip istemediklerini sorduğumda hepsi benden özür diliyor durumdaydı. Anlamadan insanları değerlendirmek ve ön yargıların arkasına saklanmak yerine anlamaya çalışmak yaşamayı daha kolay hale getirir; hem biz hem de karşımızdakiler için. Hepimizin diğerlerine göre eksikleri vardır. Kimse mükemmel olamayacağına göre aslında her birimiz bir şekilde engelliyiz!

Etiketler: ,

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa