ORTA YOL (Deneme)
Bazılarımız yaşama dört
elle sarılırken bazılarımız parmak ucuyla tutar yaşamı. Fark ederek,
hissederek, ânı yaşayarak tüketebilirken ömrü, sıradanlaşarak, umursamayarak
yaşamak var ya, işte en büyük engel budur bence. Ölümün herkes için varılacak
son durak olduğu düşünülürse dünyada hiçbir şeyin çok da ciddi olmadığı gerçeği
kendiliğinden ortaya çıkar.
Elimizde bir imkân olsa
da keşke ötekileşmenin henüz gerçekleşmediği “doğal insan”a geri dönebilsek.
İnsanların sınıf, servet, din, dil, ırk, beden ve zekâ farkları olmaksızın bir
arada yaşayıp hayatını işbölümüne dayalı bir düzenle sürdürdüğü o dönemlerde;
herkes beceri, güç ve zekâsına göre ortaklaşa hayata katkıda bulunurken
kimsenin şişman, kısa, güçsüz ya da bedensel-zihinsel engelli olması fark
etmiyordu. Çarkların dönmesi için üstlerine düşeni yapmaları yeterliydi. Özel
mülkiyetle birlikte sınıflar ortaya çıktığında engelliler de toplumu oluşturan
ayrı bir sınıf olarak anılmaya başlandı. “İnsan Hakları” genellemesi içine özel
başlıklar eklendi: “Engelli Hakları”.
Doğuştan ya da sonradan –bir kaza ya da hastalık sonucu- hayatını belli engellerle sürdürmek zorunda kalan insanların bu hayatlarını daha da zorlaştıran yeni bir dünya düzeni ortaya çıktı. Engellilerimize uzun süre sırt çevrildi. Onlar, kimsenin aklına gelmeyen, saklanması gereken bir parçasıydı toplumun. Kangren olmuş bir parmak gibi kesilip atılmışlardı toplum dışına. Üstelik sağlıklı her bireyin kısa süreli de olsa bu engellerle yaşaması gerekirken yapıldı bunlar. Örneğin; hamile kadınlar, bebek arabalı anneler, kolunu ya da bacağını kırmış insanlar, ameliyat geçirmiş kimseler gibi. Ne zaman ki kendilerine güvenmeye, başarılı olabileceklerini anlamaya ve hayata asılmaya başlayıp güzel işlerde yer aldılar, o zaman toplum onlara yüzünü döndü. “Biz buradayız.” diyebildiklerinde toplumun yeniden dikkatini cezbetmişlerdi. Şimdilerde takımlar kurup kendi liglerinde basketbol oynuyor, yüzüyor, resim yapıyor, şarkı söylüyor ve daha sayamadığım birçok alanda boy gösteriyorlar. Göstermeliler de. Onlar ve biz diye bir ayrım olmadığını ispat etmeliler. İnsan olarak kardeşimiz olan bu insanları kendimizden farklı görmediğimiz sürece aynıyız hepimiz. Ünlü insanları kendimizden değerli görüp üstümüzde bir yerlere yerleştirmekle yaptığımız hatanın aynısını engellileri kendimizden kıymetsiz görüp altımızda bir yerlere iliştirmekle yaptığımızın farkında olamamaktan ibaret bir yanlışa düşüyoruz. İçine düştüğümüz bu çıkmazı görmezden gelmeyi onu çözmekten çok daha kolay buluyoruz; işte asıl sorun bu! Benim naçizane çok basit bir çözümüm var; ancak bunun için öncelikle bilinçlenme şart, ailede ve okullarda. Engelli bireylerimiz kendilerine zorla kabul ettirilmiş eksik olma hissini yenip hayatı duvarlar ardından izlemeye bir son verecek, biz sözde engelsiz bireyler de onların eksik olduğu yalanını unutup ortak hayatımızda onlara gerçekte sahip oldukları değeri ve önemi vererek yeniden eski dünya düzenini kurup bu anlamsız sınıflaşmayı yok edeceğiz. Bu farkları nasıl yarattıysak öyle yok edeceğiz.
Doğuştan ya da sonradan –bir kaza ya da hastalık sonucu- hayatını belli engellerle sürdürmek zorunda kalan insanların bu hayatlarını daha da zorlaştıran yeni bir dünya düzeni ortaya çıktı. Engellilerimize uzun süre sırt çevrildi. Onlar, kimsenin aklına gelmeyen, saklanması gereken bir parçasıydı toplumun. Kangren olmuş bir parmak gibi kesilip atılmışlardı toplum dışına. Üstelik sağlıklı her bireyin kısa süreli de olsa bu engellerle yaşaması gerekirken yapıldı bunlar. Örneğin; hamile kadınlar, bebek arabalı anneler, kolunu ya da bacağını kırmış insanlar, ameliyat geçirmiş kimseler gibi. Ne zaman ki kendilerine güvenmeye, başarılı olabileceklerini anlamaya ve hayata asılmaya başlayıp güzel işlerde yer aldılar, o zaman toplum onlara yüzünü döndü. “Biz buradayız.” diyebildiklerinde toplumun yeniden dikkatini cezbetmişlerdi. Şimdilerde takımlar kurup kendi liglerinde basketbol oynuyor, yüzüyor, resim yapıyor, şarkı söylüyor ve daha sayamadığım birçok alanda boy gösteriyorlar. Göstermeliler de. Onlar ve biz diye bir ayrım olmadığını ispat etmeliler. İnsan olarak kardeşimiz olan bu insanları kendimizden farklı görmediğimiz sürece aynıyız hepimiz. Ünlü insanları kendimizden değerli görüp üstümüzde bir yerlere yerleştirmekle yaptığımız hatanın aynısını engellileri kendimizden kıymetsiz görüp altımızda bir yerlere iliştirmekle yaptığımızın farkında olamamaktan ibaret bir yanlışa düşüyoruz. İçine düştüğümüz bu çıkmazı görmezden gelmeyi onu çözmekten çok daha kolay buluyoruz; işte asıl sorun bu! Benim naçizane çok basit bir çözümüm var; ancak bunun için öncelikle bilinçlenme şart, ailede ve okullarda. Engelli bireylerimiz kendilerine zorla kabul ettirilmiş eksik olma hissini yenip hayatı duvarlar ardından izlemeye bir son verecek, biz sözde engelsiz bireyler de onların eksik olduğu yalanını unutup ortak hayatımızda onlara gerçekte sahip oldukları değeri ve önemi vererek yeniden eski dünya düzenini kurup bu anlamsız sınıflaşmayı yok edeceğiz. Bu farkları nasıl yarattıysak öyle yok edeceğiz.
Yunan felsefesinin
kurucularından olan - ahlak felsefesinin de kurucusu sayılan- ünlü ilkçağ
filozofu Sokrates ile matematikçi ve filozof Platon’u bir orta yolda
buluşturmaya çalışan –felsefe, mantık, fizik, gökbilim, zooloji, siyaset ve
biyoloji alanlarında çalışan- Yunan filozofu Aristoteles gibi “orta yol”u
bulacağız. Yaşamak işte o zaman bir anlam kazanacak. İnsan olmanın değeri
artacak. Unutmayın biz bir ve aynı şeyiz; insanız!
Etiketler: Çayyaş Edebiyat, Demet Yener
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa