31 Ocak 2014 Cuma

Bilmiyorsun... (Şiir)



"Bilmiyorsun, sevemedim ben beni
Seni sevdim
Seni 
Seni 
Ve seni...

Bilmiyorsun tutuldum akşamına
Karanlığımı saran gökyüzü saçlarına

Bilmiyorsun gitmek bana hep günah
Kalmak yalan ve zaman
Ve sabah yine sabah

Aydınlığı dilemek için bir hayli erken
Ne tan vakit, ne gece tan
Ne dua kaldı, ne zaman

Biliyorsun burada gün hiç açmaz
Aşka düşmez hiç yürek, hiç çiçek aydınlanmaz."


Asena Gülsüm Güneş

Etiketler: ,

30 Ocak 2014 Perşembe

Köşe Başı (Şiir)




















köşe başında bir adam
uzakları izler gibi -yerinden
sigarasının dumanları-dağınık
haber bekler ki birinden
köşe başında bir adam
hayalleri söylercesine-derinden
ağzında adi bir küfür gibi ıslık
dudakları morarmış ,olmalı kederinden
köşe başında bir adam
ne olduğunu anlamadan-birden
sararmış benzi ,gözleri alık
bir şey duydu,sigarası düştü elinden
köşe başında bir adam
telaşı vardı-galiba sevdiğinden
iki izmarit ve dumanı ve ıslık
bir kaç damla yaş-ki gözlerinden
köşe başında bir adam
bir yaşamlık boşluk bırakarak
ve var olmamışcasına kaçarak
ümitten hayaller bıraktı
köşe başında-bir yaşamlık

Ümit

Etiketler: ,

YAŞAMAK GİBİ (Fıkra)


Nasıl da inanılmaz bir aşk bu yaşamak! Neler atlatır insan ömründe, nelere katlanır; ama geçemez yaşamaktan. Karşılıksız ve tutkulu bir aşkın sancılarıyla sürdürür hayatını insanoğlu. Gerçek aşkı “Leyla ile Mecnun”la, gerçek dostluğu “Karagöz ve Hacivat”la birlikte tarih kitaplarının tozlu sayfaları arasına gömmüş olsa da içinde solduramıyor umut çiçeğini. Sevmek ruhumuza armağan edilmiş bir mucize gibi. Kırılıp dökülsek de vazgeçemiyoruz sevmekten. Oysa güneşi avuçlarımızda tutabilecek kadar masum olabilseydik ne güzel olurdu. Her sabah, yıldızları sepetine toplayan ay prensesi olabilseydik ya da denizdeki ay yakamozunda oynayan denizkızı, ne bileyim her birimiz bir beyaz atlı cesur prens mesela. Olamadık! Nefsine yenilen, güçsüz varlıklar olarak sürdürdük hayatımızı. Yarını yokmuş gibi koşaradım bu günü yaşadık, yaşıyoruz. Ütopyalarda, düşlerde, rüyalarda kalmış isteklerimizin çoğu. İçimizin kuytularına hapsettiğimiz iyiliğin gölgesinde yaşıyoruz hayatı. Yine de her gün yeniden seviyor ve seviliyoruz.
Binlerce kelebeğin kanat çırpışı gibi yüreğimizi hoplatan sevinçler yaşarken birdenbire kapkara zindanlara hapsedilen duygularımıza ağlarken buluyoruz kendimizi. An uymuyor asla önce ya da sonraya. Sevinci diri tutma çabalarımız bizi öyle yoruyor ki takatimiz kalmıyor doya doya gülmeye.
Devamı »

Etiketler: ,

BİLİNMEZE YOLCULUK (Fıkra)


Bilinmeze yolculuk olarak tanımlayabileceğimiz hayatın karşımıza çıkaracağı sayısız iniş ve çıkışlarda hangimizin ne kazanacağı ya da ne kaybedeceği kuşku götürmez şekilde belirsizdir. Bu yolculukta neyin nasıl yaşandığı değil, yaşananlardan zevk alıp almadığımız önemlidir. Acıdan ders, mutluluktan haz almaktır esas olan. Sahip olduklarımızla en kaliteli şekilde yaşamaya bakmalıyız. Eksiklerimize gocunup dövünmek yerine elimizdekiyle en iyi şekilde yaşayıp hayata dört elle sarılmak hayat ödevimizdir.
İnsanların içinde bulundukları zaman ve mekâna göre şekillenen çeşitli rol ve statüleri bulunur. Hayatın maddi ve manevi öğelerinin istenilen düzeye doğru hareket edebilmesi için kendinde olanla barışık olmalısın. Kendini sevmeli, eksi ve artısıyla “Ben buyum!” diyebilmelisin.
Devamı »

Etiketler: ,

ORTA YOL (Deneme)

Bazılarımız yaşama dört elle sarılırken bazılarımız parmak ucuyla tutar yaşamı. Fark ederek, hissederek, ânı yaşayarak tüketebilirken ömrü, sıradanlaşarak, umursamayarak yaşamak var ya, işte en büyük engel budur bence. Ölümün herkes için varılacak son durak olduğu düşünülürse dünyada hiçbir şeyin çok da ciddi olmadığı gerçeği kendiliğinden ortaya çıkar.
Elimizde bir imkân olsa da keşke ötekileşmenin henüz gerçekleşmediği “doğal insan”a geri dönebilsek. İnsanların sınıf, servet, din, dil, ırk, beden ve zekâ farkları olmaksızın bir arada yaşayıp hayatını işbölümüne dayalı bir düzenle sürdürdüğü o dönemlerde; herkes beceri, güç ve zekâsına göre ortaklaşa hayata katkıda bulunurken kimsenin şişman, kısa, güçsüz ya da bedensel-zihinsel engelli olması fark etmiyordu. Çarkların dönmesi için üstlerine düşeni yapmaları yeterliydi. Özel mülkiyetle birlikte sınıflar ortaya çıktığında engelliler de toplumu oluşturan ayrı bir sınıf olarak anılmaya başlandı. “İnsan Hakları” genellemesi içine özel başlıklar eklendi: “Engelli Hakları”.
Devamı »

Etiketler: ,

ANLAMAK (Fıkra)

İnsanoğlu olarak bin bir güzellikle donatılmışken gözlerimiz ilk olarak kötüyü, çirkini, aksak olanı görür. Aslında bu normalin çokluğuna alışmışlıktan kaynaklanır. Mesela insanlardaki fiziki sakatlıklar hemen dikkatimizi çeker. Topallayan bir insanı asla gözden kaçırmayız; buna karşın kötürüm yürekleri de asla fark etmeyiz!  Bir kör, sağır ya da tekerlekli sandalyeye mahkûm bir engelli gördüğümüzde içimizden geçen ilk duygu acıma duygusudur.  İçin için üzülür, belki de “zavallı” diye mırıldanırız. Ne var ki bizden beklenen “acıma” değil “anlama”dır.  İşin çıkmaza girdiği yer de tam olarak burası zaten. Kendini anlayamayan bireyler başkalarını nasıl anlasın. Kendimizi anlayamadığımızdan ötürü de birbirimizi anlayamıyoruz; buna çabalamıyoruz bile. Öğrenilmiş çaresizlik içinde anlamaya anlamaya bir arada yaşamaya çabalıyoruz. Derken hayat anlamını yitiriveriyor. Onu doyasıya yaşamak, içini iyi, güzel ve anlamlı olan ne varsa onlarla doldurmak varken, sadece zorluklarını, olumsuzluklarını, olanaksızlıklarını ve kirli yanlarını yaşıyoruz. Kendimizi hapsettiğimiz bu kaybolunmuş dünyada engelli birine bırakın yardım etmek ya da duygudaşlık (empati yapmak) kurmayı, ona anlayışlı bile olamıyoruz çoğu zaman. Kendimize olmayan engeller, gereksiz eksiklikler yaratıyoruz. Örneğin beden olarak zayıf biriysek daha kilolu olmadığımız için, düz saçlıysak kıvırcık saçlı olmadığımız için, harika resimler yaparken gitar çalamadığımız için, doktorsak mühendis olmadığımız için hayıflanıp duruyoruz. Olduğumuz şeyin değerini bilmiyoruz.
Devamı »

Etiketler: ,

27 Ocak 2014 Pazartesi

Azad Zamanı (Deneme)

Bugüne kadar yeni kararlarımı alırken bile arkama baktım ben. Mutluyken, mutsuzken, ağlıyorken, gülerken, yürürken, otururken... Her anımda geçmişim vardı. Geçmişte yaptığım hatalar, yanlış insanlar, yanlış seçimler, pişmanlıklar, terk edilişler, aldatılmışlıklar... Kendime hiç mutlu olma şansı vermedim. En mutlu olduğum anda bile geçmişimden bir duvar ördüm bugünüme.
Şimdi sabahın şu saatinde (06.25) durup bu saçma halimi düşünürken "neden" diye soruyorum kendime. Neden hayatı kendime bunca zehir edişler?
Evet hatalar yaptım. Evet saçma sapan insanlara senelerimi adadım. Evet yanıldım ve yanıldığım kadar yanılttım.
Hayat geçmişten ibaret değil bunu biliyorum. Bir bugün var elimde ve bir de muamma bir gelecek! Bir aile, dostlar ve sevgili...
Her şey yaşanır şu hayatta. Her yola girersin, çıkarsın, vazgeçersin, yeni bir yol seçersin, düşersin kalkarsın. Ama nefes almayı bırakamazsın.
Çok sevdiğim bir film vardır "3 İdiots" O filmde gaddar rektör ödevini yetiştiremeyen öğrencisiyle şöyle bir diyaloğa giriyor.
- " Ödevini neden teslim etmedin?"
-" Babam kalp krizi geçirdi hocam."
- "Peki bu süreçte yemek yemeyi bıraktın mı?"
- "Hayır."
- "Uyumayı bıraktın mı?"
- "Hayır."
- "Bak evlat, benim oğlum tren kazasında öldü, ertesi gün okula gelip ders vermeye devam ettim."
Devamı »

Etiketler: ,

23 Ocak 2014 Perşembe

KENDİNİ BİL (Fıkra)


Yunan Felsefesinin kurucularından biri olan ve aynı zamanda Ahlak Felsefesinin de kurucusu sayılan Antik Yunan filozofu Sokrates; “Kendini bil!” derken özdüşünümsel bir kimlik oluşturmanın gereğinden söz ediyordu. İnsanoğlu, diğer canlılardan farklı olarak yaşayabilmek için kendisine bir gerçeklik oluşturmak zorundadır. Bunun için de öncelikle kendinin farkında olmalı, sonrasında ise dünyanın şifresini kendi farkındalığıyla çözmelidir. Kendini bilen insan için yaşamak; hem kendisi hem de çevresi adına çok daha kolaydır.
Özel mülkiyet ve feodalite dünyaya egemen olmadan önceki “doğal insan”, her türlü özgürlüğün ve eşitliğin hâkim olduğu bir dünyada yaşıyordu. Jean Jacques Rousseau için doğal insan kirlenmemiş insandı. “Biz” duygusunun egemen olduğu, insanların birbirlerini ötekileştirmediği bir dünyaydı. İşin maddi boyutunu göz ardı edecek olursak, kimsenin hiçbir şekilde farklı sayılmadığı bir toplum hayali kurduğumuz bugünlerde birleştiricilik yerine ayrımcılık ön planda. İnsanlar sürekli; kilosuna, sesine, yeteneğine, bedenine, zekâsına, gelirine göre sınıflandırılıyor. Özünde eşit insan unutuluyor. Bugün toplum dışına itilenler sadece engelliler değil. Derecelendirmede en kısa, en şişman, en fakir, en az zeki vb. insanlar da aynı şekilde toplum dışına itilmiş durumda. Ancak aradaki fark; engellilerin basit yaşam gereklerini yerine getirmede, hak ve özgürlüklerini kullanmada kısıtlanmış olması. Onlara ayrılan alanlarda yaşamak, izin verilen aktiviteleri yapmak, uygun görülmüş işlerde çalışmak zorunda bırakılıyorlar. Asıl önemli olan insan ruhunun sakat olmaması; ama toplumun büyükçe bir kısmı bunun farkında değil. Biz insanlar,  gözü asla doymayan canlılarız. Nefsimiz çoğunlukla irademizi nakavt ediyor.
Devamı »

Etiketler: ,

ENGELİNİZİ YENİN (Fıkra)

“Engelli olmak” günümüzde kabuk değiştirmiş bir olgudur. Gündemde önemli bir yeri olan bu toplumsal olgu, artık sosyal bilimlerin temel konularından biri halini almıştır. Engelli olmak, artık gizlenilecek, utanılacak bir durum olmaktan da çıkmıştır. Günümüzde konuşulup, tartışılarak, çözüm önerileri sunularak ve bunlar uygulanarak sonuç analizleri oluşturulan bir konu haline gelen engelliler, toplumun bir parçası olduğu sürekli yadsınan ya da varlıkları tamamen yok sayılan bir kesim olarak sosyolojik açıdan önemlidir.
Modern toplumla birlikte iç dünya güzelliğinin yerini dış görünüşün güzelliği almıştır. Gazete, dergi, televizyon, sinema, tiyatro gibi alanlarda insanlar fiziksel güzellikleriyle atağa kalkmışlar, saygı görmüşler, para kazanmışlar ve mevki sahibi olmuşlardır. Sürekli göz önünde ve neredeyse kusursuz (!) bedenler önem kazandıkça engelli insanlar daha da çok kendilerine dönmüşler, kendi kabuklarına çekilmişlerdir. Kurdukları bu içe dönük dünya ile kendilerini korumak adına dış dünyaya sırtlarını dönmüşler, soyutlanmaya yönelik savunma mekanizmaları geliştirmişlerdir. Ekonomik anlamda vasat, eğitim seviyeleri düşük, bedenleri ya da zihinleri engelli olduğundan toplum tarafından yok sayılıp göz ardı edilerek engelsizmiş gibi yaşamaya zorlanmışlardır. Toplu taşıma araçları, cadde ve sokaklar, hastaneler gibi tüm alanlar sanki onlar hiç yokmuş gibi tasarlanmıştır. Öyle ki onlar sadece kendilerine ayrılan özel alanlarda yaşamak zorunda bırakılmış, bu alanlara hapsedilmiş, sonra da “İnsanlara özgürlük!” naraları atılmış, özgürlüklerinin kısıtlandığını savunan insanlarca sokaklar doldurulmuştur. Ya sizin kısıtladığınız hayatlar?
Devamı »

Etiketler: ,