29 Eylül 2013 Pazar

Şiir Ve Saire

Her anahtar bir kapıyı açar ve her kapı bir yere açılır her yerde bir bekleyen vardır ve her bekleyen bir kere gitmiştir yani bir anahtar; hem kapıyı hem içerisini hem bekleyeni hem gideni hatırlatır şimdi bir kapının önünde durmuşsun elinde bir anahtar ya kapı yanlış ya anahtar
ya giden beklemedi ya bekleyen dönemedi elinde anahtar kapı önünde aslında bekleyen sensin ama beklenen sen misin asıl mesele olmak ya da olmamak mı
mesele bıraktığını bulmak bulduğunu bırakmamak

ölüm kilitsiz bir kapıda
elinde anahtarla durmak gerisi edebiyat


Ümit Yavaş

Etiketler: ,

YARIMada

Ne acı ertelenmiş sonların artık son erteleniş olduğunu fark etmek! Gitmeler çekingen kalışlar ürkekçe…Ardımızda kalan sadece ertelenmiş bir son…

Ne acı iki arada bi derede duygunun rengi olan gri olmak, kalbim beyaz derken aklım neden kara ki…Ya beyazın saflığına bürünüp kalbimi dinlemeliyim ya da aklımın karası olmalıyım ama ben aklımla kalbimin sentezi olan griyim sadece...


Ne acı sağ kolum yok derken şimdi sol kolumu da eksik hissetmek…Belki de ben şimdilerde sadece bir “yarımadayım” karaya çıkmak isteyen ama denizin ortasında hapsedilen ve bir yanı hep eksik kalan “YARIMada…”

Sibel GÜLDÜ

Etiketler: , ,

Güneş. Aydınlık.


Güneş. Aydınlık. Gözlerimi aralıyorum. Sevinçle gülümsüyor gün. Farkındayım. Kuşların sesleri, cadde gürültüsü. Arabalar. İnsanlar olmalı. Evlerinden çıkan insanlar. İşlerine giden insanlar. Gözlerimi kapatıyorum.
Dün de böyle uyanmıştım. Önceki gün de. Yine gülümsemişti gün. Bana mı? Emin değilim. Bu gülümsemeye yaraşır bir şey bekledim. Bekliyorum. Çok oldu. Ne kadar? Emin değilim
Bazen bir müzik arıyorum bunu değiştirecek. Sevinçli hayat seslerine karışmak için. Karanlıkta dans eden siluetler. Çok mu mutlular emin olmak için. Arada kaybolmak için. Ben de sizdenim.
Kuşlar. En mutlusu. Hayır uçtuklarından değil. Güdüleri. Sabah oldu, yeni gün. Nasip. Şükür. Cıvıltılar.
Ne zaman başladığını tam bilmiyorum. Daha okuldaydım belki. Gençtim ama. Görenlerin inkâr edemeyeceği kadar. Her gün aynı şeyler oluyordu. Yarına dair bir tasavvur yoktu. Sabah kalkıyordum. Gece yatıyordum. Gün aynı renk. Çocukken nasılsa hâlâ aynı. Oysa başka başka renkler vardı düşümde daha. Onları hiç göremedim. Ve görememiş onca insan. Onların öldüğü evdeyim. Kaç ömre acımamış. Acımaz bana.
Şu balkonda hayaller kuran kızı tanıyorum. Annem. Kibrit kutuları var. Aşk mektupları. Yabancı plaklar. Kahkahalar. Renkler onun etrafında toplanmış. Herkes görüyor. Solana dek izliyorlar. Karanlık bastırıyor.
Düşündükçe kısalıyor hayat. Bitiveriyor dünya aklımda. Anlatılan anılardan kurduğum geçmiş benim oluyor. Anneannemin yerine Bulgaristan'da doğuyorum. Ankara'ya geliyorum. Kibrit kutularında aşk mektuplarım var. Balkonumda. Annem kadar renk. Ölüyorum. Yetmiyor, bir daha ölüyorum. Unutuyorlar. Hatırlıyorum.
Tükeniyorum böyle.
Kalkıyorum. Pencerenin ardı başka. Başka bir gerçek. Bakıyorum. Birkaç danslık ömrü var hepsinin. İçlerine karışacağım. Sesler olacak. Renkler. Kokular. Geleceğe gitmek sonra dörtnala.
Gün bitecek. Gün yine gülümseyecek.
S.T.





Etiketler:

"Arkadaş zoruyla buluşulan kızdan kaçmanın 10 yolu"

Farzedelim ki bir arkadaşınız çok ısrar etti. "Aman abi, bu kız süper iyidir, şöyle güzeldir, böyle alımlıdır vs..." diye bir kızdan bahsetti ve öve öve bitiremedi. Anında kıllandınız tabii, "Ulan bu kadar iyiyse niye kendi ayarlamadı" diye, ama onu da kıramadınız ve bu kızla görüşmeyi kabul ettiniz.
"Sex & City" dizisinin ülkemize kattığı en güzel şey olan "Hadi senle bir Frappiçino içelim" kelimesiyle kızla buluşmaya gittiniz. Fakat daha ilk 10 dakikada kızın sizle alakası olmadığını anladınız. Amaç bir an önce iyi eğitilmiş bir MOSSAD ajanı gibi sıvışmak, ama kızın da kalbini kırmak istemiyorsunuz.
Peki ne yapacaksınız ?
İşte burada engin tecrübeleri olan Tunç abinizin tavsiyelerini dinleyebilirsiniz.
Buyrun bakalım.
Bir kızın kalbini kırmadan işi acısızca bitirmenin 10 yolu.

1-Her zaman işe yarayan bir taktik, abartılı yiyin. Gittiğiniz yerde 2 tost yiyin. Üstüne 2 tane daha yiyin."Ulan kesmedi be goralı da yoktur burada" diyip üstüne 2 tane daha yiyin. Size tuhaf tuhaf bakan kızın önünde 2 ısırık alınmış ve bırakılmış tosta bakarak "Bunu da yiyebilir miyim" deyin ve cevap beklemeden mideye indirin. Kız "Anaaaa. İnsan dedik ayı çıktı. Boş bulunsam bu ayı beni de yer" diye düşünerek kaçacaktır.
2-Ailenizden biriyle kızı özleştirin. En iyi taktik "Gözlerin aynen anneme benziyor" filan demektir. Kızda irkilme yoksa ağır silahlara geçin "Burnun amcama benziyor". "Kulakların dedeme benziyor" da iyi bir yaklaşımdır.
3-Henüz cinsiyeti konusunda şaşkınlık içinde olan ergen muhabbeti de işe yarar. Kahve gelince hafifçe kıkırdayıp "Kahvemi de erkeklerimi sevdiğim gibi severim. Sert ve esmer" deyin. Ellerinizi kedi pençesi gibi yapın "Ay ne güzel küpeler bunlar. Kıskandım walla. Nerden aldın bunları cadı ? Mrouuw. Kısssss" diyin.
4-Kesinlikle ama kesinlikle Anadolu'dan gelmiş erkek muhabbeti yapmayın. Belki 15- 20 yıl önce yiyordu bu muhabbet ama TV'daki dizilerden dolayı bu iş artık prim yapmaya başladı. "Karslıyım, Antepliyim delikanlıyım" ters tepebilir. Emin olun "İzmirliyim merkezden, İstanbulluyum Beyoğlundan" ters tepmese bile prim yapmayan memleket muhabbetleridir.
5-Genelde ilk kez tanışan insanların sorduğu sorular için evvelden tuhaf cevaplar hazırlayın.Mesela "Boş zamanında ne yaparsın ?" dediğinde "Kuğularla yüzerim, lir çalarım" gibi tuhaf cevaplarınız olsun.
6-Eğer daha kızla el sıkıştığınızda bu işin olmayacağını anladıysanız, oturmak için stratejik olarak kızın midesinin kalkacağı bir yer seçin. Mesela yemek yiyen küçük bir çocuğun karşısına, ya da tuvaletin tam yanına gibi... Baştan eksiyle başlarsınız bu şekilde.
7-Küçük çocuklar kızların en zayıf noktasıdır. Yoldan anıra anıra bağırarak koşan küçük bir çocuğu yakalayın ve sevin. "Bayılıyorum bu haylazlara. Bazı arkadaşlarım evlenince futbol takımı kuracağım der. Oysa ben 52'lik desteyi tamamlayacağım. Maça As'tan başlarız, kupa papazına kadar yolu var " diyin. Arkanıza baktığınızda kızı orada bulmama şansınız çok yüksektir. "Abi benim ne işim olur çocuk çocukla diyorsanız", yoldan anıra anıra geçen küçük çocuğa odunla dalmak ta aynı sonucu verecektir. Dipnot : Akşama doğru odunla dalarsanız, tüm gün şımarık veletlerle uğraşmış canı burnunda olan mahalle esnafının da size eşlik etme şansı yüksektir.
8- Kesinlikle tutan bir taktik. Asla "sanatçıyım, filozofum, müzisyenim" demeyin. "Mühendisim" ten şaşmayın. Hatta oturup bir iki tane mühendislerin kendi aralarında yaptığı esprilerden ve şakalardan öğrenin. Bunları da kıza yapıp "Pıhaa pıhaaa" şeklinde gülün.
9-Hesabın gelmesine yakın "Yaw şu işsizlik parasını da bir yatırmadılar" gibi bir muhabbet açın.

Bu taktiklere rağmen kız hala masada oturuyorsa en son taktiği kullanın. Ama unutmayın, bu taktiğin geri dönüşü yok, ona göre.

10- Hayal gücünüzü dibine kadar zorlayın ve muhteşem ötesi bir yalan uydurun. Mesela göbeğinizi okşayın ve kıza "Ben esasında Tübitakta görev yapan bir deneğim. Şu anda 5 erkek varız. Türkiye'deki ilk erkekten doğum üzerine deneyler yapıyoruz. Şimdilik sonuçlar pozitif" deyin ve mutlulukla göbeğinizi okşayın. Ara ara " Aha tekmeledi, tutmak ister misin?" diye kıza göbeğinizi yaklaştırın.

Bu son maddeden sonra hala kız kaçmadıysa, bence sizin bağıra çağıra kaçmanız gerekir.

Hepinize kolay gelsin...

Etiketler:

28 Eylül 2013 Cumartesi

Kafası Karışık Cümleler

Şu ara en çok meşgul olduğum şey kendimi, yaşadıklarımı ve hayatımdaki insanların bendeki yerini ve onlardaki yerimi sorgulamak. Hepimiz hayatımızın bir yerinde durup  "nerede yanlış yapıyorum" diye soruyoruz kendimize. Tabi genelde cevap bulamıyoruz. Yani en azından ben bulamıyorum, bulanlar gerçekten çok şanslı. 

Sürekli yeni insanlar giriyor hayatıma. Hepsi sanki bir görev yerine getirmek amacıyla hayatıma girmişler edasıyla dolaşıyorlar etrafımda. Evet, hayal gücüm biraz yüksektir. Yani her insanın hayatım için farklı bir görevi olduğunu var sayarsak sanırım büyük bir kısmı hayatımı mahvetmeye yönelik göreve sahipmiş gibi davranıyor. 

Biri var mesela yaptığım her hatadan sonra "ben biliyordum böyle olacağını" diyen. Tamam hatalarımı düzeltmeye çalışması hoşuma gidiyor. Ama bunu bir kozmuş gibi kullanmasından nefret ediyorum. Kaldı ki kimse yüzde yüz haklı olamaz, olmamalı. Ona göre o hep haklı. (Kendini biliyor.)

Başka biri hayatımdan birkaç seneyi çaldı. Başka birileri onun çaldığı seneleri bana geri vermek için hep yanımdalar. Her şeyin tamamen olumsuz gitmediğinin farkındayım. 

Bu kafası karışık cümleleri neden kurduğumu ve neden sizinle paylaştığımı bilmiyorum. Ben kendimle her daim kavgalıyım ama bu kavgaya başkalarını seyirci etmek neden işte bunu bilmiyorum. Günah çıkartmaya çalışmak gibi bir şey galiba.

İnsanın aynı anda hem kendisiyle hem de başkalarıyla kavga etmesi çok zor ve yorucu. Bazen yola devam edemeyecek kadar bitkin hissediyorum kendimi. İçime kapanıyorum, susuyorum, saçma sapan şarkılarla bunalıma sokuyorum kendimi, oturup tuşları döver gibi bir şeyler yazıyorum, siliyorum sonra tekrar yazıyorum ve sonra durup bakıyorum kendime. Başladığım yerde buluyorum kendimi ve çok kızıyorum. İnsanlara, olaylara,duygulara, düşüncelere vs. 

Sonra bir şeylere kızmanın hiçbir şeyi düzeltmediğini fark edip normal ruh halime dönüyorum. Bu benim sürekli yaşadığım bir döngü. Bilmiyorum size de oluyor mu bazen durup "ben olmak çok zor" diye düşünüyorum. Hem çok saçma hem de çok anlamlı bir cümle. Ama sanırım en gerçekçisi... 
Saçmaladığım yönünde bir his var içimde ama eğer aynı şeyleri yaşıyorsak çay eşliğinde sohbeti hak ediyoruz demektir. 

Etiketler:

18 Eylül 2013 Çarşamba

Gidiyorum


Dingin ruhum sıtmalı anıları tüketiyor şimdi. Hangisi doğru, hangisi gerçek? Ne yaşıyorum, nasıl yaşıyorum bilmiyorum. Bir düş gibi hayatı terk edişim. Hummalı bir çıkış bu hayattan. Gün ışığına hasret gözlerimde sevda oyunları oynuyor kirpiklerim. Yağmurlu ve fırtınalı bir havasındayım ömrümün. İçim çok acıyor. Kalabalıklara gömülü yalnızlığımla çıplak ayaklı bir kız çocuğu gibiyim. Bilincimin en körpe ve deneyimsiz alanlarında, hayatıma, bana ve geleceğime dair çok önemli kararlar vermiş olmanın diyetini ödediğim günlerindeyim hayatımın. Avuçlarımda anlamsızlıklara dair ter damlaları, boş çabalarımın birer nişanı gibi parlıyorlar gün ışığında. Acı gerçekler birbiri ardına indiriyor tokadını yüzüme. Öyle tokatlar ki bunlar, kızaran yüzümle yetinmiyor ve izleri kalıyor benliğimde. Şimdi kurumuş bir çiçek gibi gençliğim. Hızla akan hayata direnemeyip un ufak oluyor geçmişim. Yaşanmışlığım artık sadece anılarda, hatırlayabildiğim…
Kalabalıklar içinde çok yalnızım. Hiçbir ses yetmiyor yalnızlığımı dindirmeye. Anlayan yok hiç yalnızlığımın derinliğini. Karanlıkta, kör gibi el yordamıyla yaşıyorum hayatı. Ruhum çürük içinde. Talihsizce çarpıyorum hayatın sivri köşelerine. Yaşamak çılgınca zor geliyor birçok an. Belirsizliğin dibine vurmuş durumdayım. Usumun uslanmayan yerlerinde usulsüz düşünceler geziniyor.  Çok korkuyorum. Parmaklarımın ucunda yürüyorum çoğu zaman. Ayakkabılarım elimde, sessiz ve kasılmış halde. Fısıltılarım bile çığlık gibi. İçimde delicesine bağıran bir kız çocuğu can çekişiyor. Gözlerimde güzel günlerin hayaliyle dalıyorum uykulara, bitmez rüyalara. Derken kâbus oluyor rüyalarım. Hayallerimle renklenen rüyalarımda gözlerim açıkken daldığım çok derin bir uykuyu görüyorum. Öyle bir uyku ki uyanmama bir türlü izin vermiyor. Bedenim yavaş yavaş soğuyor. Ruhumun benden ayrıldığını hisseder gibiyim. Etraf buz kesmiş gibi. Güneşten yanmış esmer tenimin rengi beyaza dönüyor.
Ölüyorum. Ölmek
Devamı »

Etiketler:

İSYAN


Kendi kendini kemiren bir kanser hastası gibiyim. Ağaçlardaki yapraklara bağlamışım ümitlerimi. Yapraklar tükenince öleceğime inandırmışım kendimi. Oysa çoktan kurudu içimdeki o koca çınar. Gölgesinde ne çok insanla paylaşmıştım sayısız anımı. Ailem, dostlarım, aşklarım ve benim için değersiz sayısız insanla. Hiçbiri akıl edemedi bir yudum su dökmeyi ağacımın köklerine. Yaşam dolu, heyecan dolu, sevgi dolu, aşk dolu, şans yüklü, güven yüklü koca çınar ağacım kupkuru şimdi. Gölgesine sığınan yüzlerce tatlı düşümü de kaybettim artık. Yani çoktandır ölüyüm ben. Onda kurduğu salıncağında dünyasını unutan o küçük kızı da görmüyorum nicedir. Dışımın yalnızlığı içimi de kavurdu sonunda. Dört bir yanım çöl, dört bir yanım akbaba şimdi.
Ne yazık ki planlarımızı ya da isteklerimizi değil, hayatın bize sunduklarını yaşarız her zaman. Ve her sunum muhteşem olmuyor. Aşk tadında, rakı balık tadında ya da yağmur sonrası toprak kokusu tadında olmuyor. Olmadı işte.
Kaderin bir bildiği vardır derler hep. Merak ediyorum benim kaderimin bildiği nedir ve ne zaman kendini gösterecektir? Pusulasız kaptan gibiyim, kaderim bir gösterse yolumu belki ben de mutlu olacağım. Kim bilir? Ben bilmiyorum ve bundan çok sıkıldım artık.

Yolların yolsuzlaştığı, dürüstün adileştiği, haklının ceza aldığı bir dünyada yaşamak mıdır acaba talihsizliğim? Dedim ya, aşk her şey içindir diye, en büyük tutkum olan milletim bile BENİM değil neredeyse. Bayrağıma uzanan eller de iyi niyet yok. Topraklarımda yaşayan ama sırtımda bıçağının ucunu hissettiğim hainlerle beraber soluyorum vatanımın temiz havasını.
Devamı »

Etiketler:

17 Eylül 2013 Salı

Kaçak





Sadece görenin yorumlayabileceği bir rüya gördüm. Bilmediğim bir şehirde, bilmediğim bir evdeydim. Kaçırılmamıştım. Hırsız değildim. Kaybettiğim geçmişimi arıyordum her yanda. Köşesinde imzamın bulunduğu tablolar, çok eskiden satın aldığım oyuncaklar içinde… Onu bir bulsam, değiştirecektim. Bir uyusam uyanamayacak kadar yorgundum. 
Günlük telaşların içinde olmuyordu. Tam bir hatıra ile yanıma sokulacakken "çay ister misin?" ya da "bugün doktordan randevu alacaktık, unutma" diyen bir ses…
Ben zaten hiçbir şeyi unutmuyordum ki. Onu nasıl unutmuştum sahi?
En son içinde tifo geçen bir yazı yazıyordum. Mevsim yazdı. Sigara üstüne sigara içiyordum. O köşede oturuyordum. Balkondan içeri rüzgar giriyordu. Krem rengi perdeler havalanıyordu. En son, bu rüzgarlara imrenmiştim. Bu her yana dokunan, her şeyi gören rüzgarlara… O zamanlar şarkılar böyle değildi. O zaman insanlar yirmi sekiz yaşında ölüyordu. Yirmi yedi ölmek için erken, yirmi dokuz geçti. Ben de yirmi sekiz yaşında bir ümidi öldürdüm. Tam vakti dedim.  Bu kadar yeter, dedim. Öldürürken polise ne diyeceğimi de düşünmedim. İnsan öldürürken sadece öldürmeyi düşünüyor. Ve sonra bunca şeyi nerede unutacaksa oraya gitmeyi…
Devamı »

Etiketler:

BAŞLAMAK ÜZERİNE

GİTTİ YARISI 

    Başlamak bitirmenin yarısıdır derler ya işte öyle. Başladım, gitti işin yarısı. Önemlidir bir işe başlamak ama bitirmek gerekir başlanılan tüm işleri. Genelleme yapmayı sevmem ama biz Türkler her işe iyi başlarız. Övünmeliyiz kendimizle. Bilen bilir araba yarışlarında, motor yarışlarında ve hatta atletizmde iyi bir başlangıç hayatidir. İşte bundan dolayıdır ki(başka bir genelleme) biz Türkler iyi başlangıçlar yaparız ve işe 1-0 önde başlarız. Ama yine bizim için söylenen bir söz vardır ki; bir işe Türk gibi başla, Alaman gibi bitir. Bize laf sokuyorlar galiba. Biraz düşündüm de çok yanlış değil hani. Türk gibi başla, Alaman gibi bitir. 
    Sizin de başınıza gelmiştir; bir kitap alırsınız, hevesle başlar daha ellinci sayfasına gelmeden, sonra devam ederim hevesiyle rafa kaldırır ve bir daha bakmazsınız yüzüne. Geriye doğru bir baktım da dağlar oluşmuş yarım kalan kitaplarımdan. 
Yarım… Yarım çok çağrışımlı bir sözcüktür aslında. Sözlükte; bir bütünün iki eş parçasından biri olarak geçer, iki eş. Sevgililerin birbirlerini bir bütünün iki yarısı olarak görmeleri bundandır. Ayrıca yarım yâr ve yârim sözcüklerini de getirir akla. Sevdalı bir sözcüktür aslında yarım. Ben her kitapta bıraktım bir yarımı ve geride bıraktım onlarcasını. Bundan dolayı geride bıraktığım bir benden fazlası oldu. Hepsinde biraz eksildim ve yaşlandı hayallerim, yanaklarımdan süzülerek. Başlamak bitirmenin yarısıdır diyerek başlamıştım söze, nasıl başladıysam öyle bitiriyorum. 
     Başlarken bırakmıştım bir yarımı ve şimdi sonlarken sözümü bırakıyorum bir diğerini.. Bir ben hapsettim iki paragraf arasına… 

Etiketler: ,

11 Eylül 2013 Çarşamba

DENİYORUM


Ey, gönlümü gönlüne yasladığım, küçük dünyamın büyük insanları…
Bir dirilişin öyküsüdür bu!
Bir yeniden doğuş hikâyesidir.
Dinleyiniz…
….
Cellât gözlerinin peşime düştüğü bir geceydi. Bir serseri ıslığı tutturarak cadde sokak geziyordum. Usulca damladım gece yarısı pencerene; ama sen uyuyordun. Seni izledim pencerenden. Ay bütün gece ununu eledi üstüme. Bembeyaz bir örtüye sarılmış bir sabahta açtım gözlerimi yeniden sensizliğe. Fark ettim ki her şey için çok geçti bize dair. Zaman çoktan kaybetmişti kendini yüreğimdeki aşkın sarhoşluğuyla. Düzenin dışında akıyordu sanki saniyeler.
Bütün sıradanlığını kuşanan hayatta sanki her şey düzenin dışında gelişiyordu. Saatler doğrusallıklarını yitirmişti adeta. Akreple yelkovan, gelişigüzel bir akışa kapılan kâğıttan bir gemi misali düzensiz tiktaklarla yankılanıyordu bomboş zihnimde. Sakin bir denizi yarıp geçen bir sandalın istikrarsız dalgaları gibi çizgi çizgi; ama düzensiz. Zaman otoyolu ıssızlaşmıştı. Hiçbir levha, trafik lambası ya da işaret kalmamıştı ortalıkta. Gönlünce şerit değiştirebiliyor, çok hızlı ya da yavaş akabiliyordu zaman bundan gayrı. “İlerleme” diye bir şey söz konusu değildi artık zamana dair. Kırık bir aynadan güzel bir görüntü alınamaz ya, zaman da kırılmıştı artık incelen bir yerinden. Yazık ki ben de etkisizleşmiştim; benim hayatımda benim dışımda gelişiyordu. Elimde sadece kopuk kopuk an’lar kalmıştı hatırlayabildiğim. Aslında hayatı yavaşlatmak niyetinde değildim, sadece yaşamak istiyordum. Gözlerimi dikmiştim, ufkun aydınlık vadeden çizgisine. Bir ümit için dua ediyordum kesintisiz, kabul olmayacağını bile bile. Böyle ne kadar zaman geçirdim hiç bilmiyorum.
Derken ufka doğru doludizgin koşan zaman atının yelesindeyken ellerim açtım gözlerimi. Ama yüreğim çok kırık döküktü. İzin vermiyordu bitkisel hayattan çıkmama. Tarifsiz bir isyanla kabaran yüreğimin çığlıklarını bastıramıyordum. Ağır makyajlı sözler arasına ustalıkla gizlenmiş imalardan öylesi yorgun düşmüştü ki içine sürüklendiği tahammülsüzlüğü beni bile korkutur hale gelmişti. İnsanların arsızlığını izliyordu sükûnetle. Aklımla masaya oturup kararlar aldılar önce. Hayatımdan garnitür ilişkileri, çerez sohbetleri çıkaracaktım. Sanırım o zaman da birkaç beden büyük gelecek bana hayat.
Devamı »

Etiketler: ,

6 Eylül 2013 Cuma

Soğuk Çaya Benzeyen İnsanlar


Bazen sevdiğiniz insanlar sizi artık eskisi kadar sevmez. Bazı insanlar sizin ona verdiğiniz değeri artık görmezden gelir. Konuşacak çok şeyiniz olduğunu düşünürsünüz ama o içinde susmak geçen harfleri seçer. Siz paylaştığınız şeylerin hatırına onu geri kazanmak istersiniz ama o çoktan gidiş biletini almıştır.

Bazı insanlar giderken gideceklerini söylemez. Bir bakmışsınız artık yok. Yaşadığınız şaşkınlığı sindiremeden sizi suçlayan ardı arkası kesilmeyen cümleler kurarlar. Siz kendinizi temize çekmeye çalışmadan onu ikna etmeye çalışırken o cümlelerini bitirmiş ve susmuştur. 

Bazen insanlar zamanla soğumuş bir bardak çaya benziyor. Önceden sıcak ve lezzetliyken soğumuş ve tadını kaybetmiş... 

Bazen insanlar ağlamamak için kendinizi sıkarken boğazınıza oturan düğüm gibi... Yutkunsanız gidecek, kaybedeceksiniz bütün duygularınızı. Ama orada tutarsanız hep yük olacaktır size, boğazınız ağrıyacaktır. Cümlelerinizi saracaktır o düğüm, konuşamazsınız. Sonra birden geçer. Artık kuracak cümleniz de kalmamıştır. 

Bazı insanlar sizi kırmak istemediğini söyler. Ama ilk fırsatta en olmadık zamanda sizi paramparça ederler. Ona bir biblo hediye ettiğinizi varsayalım. Onu sizden bir parçaymış gibi seviyor. Sonra fikirleri ve hisleri değiştiğinde ilk işi onu yere atıp parçalamak oluyor. 

Yani sözün özü bazı insanlar gider. En iyi yapabildikleri şeydir bu ve ellerinden başka bir şey gelmez. Zaten ellerinden başka şey gelmediği için en kolay olanı seçerler: gitmeyi. Bu sizin suçunuz değil, en iyisi gidip bir çay demleyin, soğuyan içiniz ısınır belki... 

Etiketler: ,

5 Eylül 2013 Perşembe

ÖzGüRlÜk!


Günlerin geceleri hasret ve yorgunlukla karşıladığı, nadasa bırakılmış günlerindeydi ömrünün. Dünyayı taşıyamıyordu çelimsiz omuzlarını taşıyan dermansız dizleri. Uslanmaz usunun ıssızlığında kendiliğiyle baş başa olmak onu çok mutlu ediyordu. Her zaman bir “öteki” gerekmeyeceği kanısındaydı. İnsan var olmak için ötekine muhtaç değildi. Toplumsallaşmak insan olmanın gereğiymiş gibi davranmıyordu. Koyun sürüsü gibi, eline gücü geçirenin söylediği masalsı ifadelere inanmıyordu. Bu sürüden acaba kaçı “Bunlar doğru mu?” diye düşünmüştü. Eline ne verirsen, kulağına ne söylersen ona göre yaşayan “robot insan” olmamaya kararlıydı. O sürekli sorguluyordu, şüphe duyuyordu. İlk sorusu “Ben kimim?” olmuştu düşünmeye ilk başladığında. Zamanı, daha ne olduğunun farkına varamadan tükenen pamuk helvalara benzetiyordu. Tadı damağında kalan bir tatlı sadece zaman. Fütursuzca eriyip giden.
İnsanlara güven duymaya çalışmak, onları tanımak için çabalamak, onları hayatına almak, onlara göre bir düzen kurmak ona göre boş bir çabalar dizisiydi. Sabahları ekmeğini, gazetesini yıllardan beri aynı marketten alıyordu. Sonra aynı yolu yürüyüp ağaçların göbeğindeki evine gidiyordu. Ama ne marketteki kadını ne de yol boyu var olan iki evde yaşayanları tanıyordu. Yalnızlığına ihanet etmek istemiyordu.
Evinde telefonu yoktu. Televizyonsa ona göre çok gereksizdi. Kurmaca hayatların sahnelendiği o sahte dünyanın esaretinden kendini koruduğu için mutluydu. Onun için varsa yoksa kitaplarıydı. Platon’la devlet yönetimini, Aristoteles’le metafizik dünyayı, Thomas Moore’la da kendi ütopik dünyasını tartışıyordu gecelerce ve günlerce. Onlarla mutluydu. Kapris yapmıyorlar, bir şeyler istemiyorlar, beklenti içine girmiyorlardı. Sadece ihmal edildiklerinde vicdanında derin ve engin bir ses olup kulaklarında çanlar çalıyorlardı.
Deniz kıyısında dalga sesleriyle konuşurdu bazen. Güneş, evinin bir penceresinden doğuyor diğerinden batıyordu. Huzurdu diğer ev arkadaşı.
Balıkçıların ardına düşmüş martılara takılırdı gözleri zaman zaman. “Onlar mı özgür yoksa ben mi?” diye düşünürdü.
Devamı »

Etiketler: ,

KÜÇÜK KIRMIZI ELBİSELİ KIZ

  

       Bir gün içerisinde sadece 10 dakikalık yaşadığınız bir olay size birçok şey kazandırabilir. Tıp
kı Erikli'de bir akşam çarşıda yaşadığım bir olay gibi;
       Çarşıda gezerken tüm masumiyetiyle dikkat çeken küçük
kırmızı elbiseli kız ...
Önünde küçük bir tezgah ve tezgahta kendi el emeğiyle dondurma çubuğundan, deniz kabuklarından yaptığı küçük süs eşyaları duruyordu. Başında da belli ki kızının yaptığı işle gurur duyan babası...
       Yanlarından geçerken onlara bakıp tebessüm etmemek elde değildi ve bu tebessüm babasının dikkatini çekti. Kızına fark ettirmeden bana işaret ederek yere para attı ve atar atmaz cümlesi şu oldu : "Bakar mısınız, yere paranız düştü" Duyar duymaz bi şaşkınlık yaşadım fakat babanın parayı kendisinin yere attığından emin olduğum için bir kaç saniye içerisinde yüz ifadesinden ne yapmaya çalıştığını anlamak zor olmadı.Hiç bozuntuya vermeden parayı yerden alıp tezgaha yöneldim.
       Beni görünce küçük kızın yüzündeki hüzün kendini yavaş yavaş mutluluğa bıraktı ve ben el emeğiyle yaptığı süs eşyalarının fiyatlarını sordukça mutluluğu artmaya başladı.
Elimdeki paranın yettiği kadar süs eşyası aldım ve küçük kızın yüzüne bakarak tebessümüne tekrar tanık olup yanından sevinçle ayrıldım.
      Yaşadığım bu olayın şaşkınlığıyla biraz ilerledikten sonra arkamı tekrar döndüğümde bu masumiyetin etraftaki insanların da dikkatini çektiğini ve küçük kızın etrafının kalabalıklaşmaya başladığını fark ettim.
      Çocuğunuzu küçük şeylerle mutlu edebilir ve küçük yaşta ona hayatı öğretmeye başlayabilirsiniz.

Etiketler: ,

KAVGACILAR


Çelimsiz bir hayatın ekşimsi bir gün doğumunda açtım gözlerimi huzursuz bir güne daha. Gerçekten de çok mu çok güçsüzdüm, yoksa hayat böyle düşünmemi mi istiyordu diye artık hiç düşünmüyordum. Çünkü asla sonu gelmeyen dipsiz bir kuyuya defalarca atlamak gibiydi bu. Cevabı olmayan binlerce sorumdan sadece birisiydi. Belki birazcık narsist olabilsem, kendim için bir şans yakalayabilecekken elim kolum iki yanımda öylece sallanıyor, bana bağlı bile değiller. Bir adım, ufacık bir adım atmalıyım; ama hangi yöne? Hayata bir gol atabilseydim “Bir kere yapabildiysen yine yaparsın!” diyebilirdim kendime, olmadı. Sayısız gol yedim; ama asla hedefi vuramadım. Hayatı ıskalamak mıydı benim kaderim? Hayata tutunamayacak birini neden yaratır ki Tanrı, eğlenmek için mi? Kaderimiz doğduğumuzda yazılıyorsa irade ne işe yarar? Kaderime gem vuran Tanrı’yla ben nasıl başa çıkabilirim? Kendini gerçekleştiremeyecek bir ruha niçin beden verir ki Tanrı? Ölümsüz olan ruh, bu beden içinde sıkılmaz mı hiç? Atılım yapmaz mı bedeni iyiye güzele götürmek yoluyla kendini de kurtarmak için? Bilmiyorum, bir bilenin olduğunu da hiç sanmıyorum. Çünkü Tanrı en açık seçik bilinmezliktir. Onu hem her yerde görürsünüz hem de hiçbir yerde göremezsiniz.
Aynaya baktığımda gördüğüm şey, ben mi gerçekten? Akıl ruhun yolcusuysa ben de bu bedene hapsedildim ve bu baktığım surat kim bilir kaç defa değişti, kaç defa yendi ve kaç defa yenildi. Ben kaç bedeni güzel giydirmek zorunda kaldım, kim bilir. Ama bir dakika, ben ruha aitsem bu yeniklik, bu hayata 1 – 0 geriden başlama durumu nasıl oldu? Yok yok, ben sanırım bedene aidim ve ruhun yanında onunla birlikte gelen aklı bu sayede kullanabiliyorum. Usumun uslanmayan yerlerinde en tiz sesimle çığlıklar atıyorum, kendim bile duymuyorum.
Devamı »

Etiketler: ,

4 Eylül 2013 Çarşamba

Çayyaş Edebiyat!



“Çay henüz her şey bitmedi demektir.”- Cezmi Ersöz

”Biz, çayın yalnızlığa iyi gelen tarafını da severiz.”- Oğuz Atay

“Çay bulaşıcıdır, efkâr da.”- Bekir Erdoğan

“Ömür bir çay içimi kadar zaten.”- Umay Umay

“Şimdi ölsek; en fazla kahvede çaylar soğur.”- Yılmaz Odabaşı

“Ve oturdu mu bir masaya, hakkını verir çay içmenin.”- Cahit Zarifoğlu

“İki çay söylemiştik orda, biri açık, keşke yalnız bunun için sevseydim seni”- Cemal Süreya

“Ama bu kente gelirsen unutma beni ara, sana bir çay ve temiz yaralar ısmarlarım.”- Osman Konuk

“Soğuyan bir bardak çaydır benim ömrüm.”- Nevzat Çelik

“Yazsam okusam, okusam yazsam, biri devamlı çay verse bana.”- Ömer Lütfi Mete

“Hadi, iç de çay koyayım.”- Ah Muhsin Ünlü

Etiketler: ,

Değişim

Değişim Kafka’nın en çok okunan kitabı değil sadece,hayatın içindeki en temel kurallardan biri belki de en önemlisidir. Hiçbir şey değişimden kendini soyutlayamaz.Değişiyoruz, evet değişiyoruz.Her gün her an her saniye durmadan değişiyoruz.Fiziksel ve zihinsel olarak,bireysel ve toplumsal olarak değişiyoruz.Rüzgar hep esiyor ve hep esecekse nefes aldığımız sürece değişeceğiz demektir.Bizim görevimiz bu değişimin olumlu yönde olmasını sağlamak ve bu yolda çaba göstermektir. Kültürel değişim maddî değişimden hızlı ve tehlikelidir.Bunu görmek zahmetli, engellemek oldukça zordur.Şarkılarımıza baktığımızda bile görebiliriz bu değişimi.Ne acıdır ki gördüklerimiz çok da ümit verici şeyler değil, malesef.Bir türkümüz var.Hatırlardığım kadarıyla sözleri şöyleydi;’’ Ben ahlâkın beğendim / Cemâlinde gözüm yok’’İşte bu anlayıştan ‘’doksan-altmış-doksan’’a nasıl gelindi?Bizim bu konuyu tartışmamız gerekir. Ya da sanat güneşimiz ‘’Bir bahar akşamı rastladım size’’ derken, ‘’ Allah belanı versin’’nasıl bu günün en çok dinlenen şarkılarından biri oldu?Kibarlık eski İstanbul asilzadelerine mi atfedilir oldu? Değiştik hem de çok değiştik.Biz eski biz değiliz.George Carlin’in Zaman Paradoksu bu durumu en iyi şekilde anlatıyor.Bilmem siz de katılacak mısınız; Daha yüksek binalarımız, ama daha kısa sabrımız var; Daha geniş oto yollarımız, ama daha dar bakış açılarımız var. Daha çok harcıyoruz, ama daha az şeye sahibiz; Daha fazla satın alıyoruz, ama daha az hoşnut kalıyoruz. Daha büyük evlerimiz, ama daha küçük ailelerimiz; Daha çok ev gereçleri, ama daha az zamanımız var. Daha çok eğitimimiz, ama daha az sağduyumuz; Daha fazla bilgimiz, ama daha az bilgeliğimiz var. Daha çok uzmanımız, ama yine de daha çok sorunumuz; Daha çok ilacımız, ama daha az sağlığımız var. Çok fazla alkol ve sigara tüketiyoruz, çok savurganca para harcıyoruz, Çok az gülüyoruz, çok hızlı araba kullanıyor, çok çabuk kızıyoruz, Çok geç saatlere kadar oturuyor, çok yorgun kalkıyoruz, Çok az okuyor çok fazla TV izliyoruz ve çok ender şükrediyoruz. Mal varlıklarımızı çoğalttık, ama değerlerimizi azalttık . Çok konuşuyoruz, çok az seviyoruz ve çok sık nefret ediyoruz. Geçimimizi sağlamayı öğrendik, ama yaşam kurmayı öğrenemedik. Yaşamımıza yıllar kattık, ama yıllara yaşam katamadık. Aya gidip gelmeyi öğrendik, ama yeni komşumuzla karşılaşmak için caddenin karşısına geçmekte sorunumuz var. Dış Uzayı fethettik, ama iç dünyamızı edemedik. Daha büyük işler yaptık, ama daha iyi işler yapamadık. Havayı temizledik, ama ruhumuzu kirlettik. Atoma hükmettik, ama önyargılarımıza edemedik. Daha çok yazıyoruz, ama daha az öğreniyoruz. Daha çok plan yapıyoruz, daha az sonuca varıyoruz. Koşuşmayı öğrendik, ama beklemeyi öğrenemedik. Daha fazla bilgiyi depolamak, her zamankinden daha çok kopya çıkarmak için daha çok bilgisayarlar yapıyoruz, ama git gide daha az iletişim kuruyoruz. Zaman artık, hızlı hazırlanan ve yavaş sindirilen yiyeceklerin; büyük adamlar ve küçük karakterlerin; yüksek kârlar ve sığ ilişkilerin zamanıdır. Günümüz artık, iki maaşın girdiği ama boşanmaların daha çok olduğu, daha süslü evler, ama dağılmış yuvaların olduğu günlerdir. Bu günler, hızlı seyahatler, kullanılıp atılan çocuk bezleri, yok edilen ahlakî değerler, bir gecelik ilişkiler, obez bedenler ve neşelendirmekten sakinleştirmeye hatta öldürmeye kadar her şeyi yapabilen hapların olduğu günlerdir. Vitrinlerde her şeyin sergilendiği, ama depolarda hiçbir şeyin olmadığı bir zamandayız. Öyle bir zaman ki teknoloji bu mektubu size getirebilir, siz bu içselliği ya paylaşmayı, ya da sil tuşuna basmayı seçebilirsiniz. Yaşam, aldığımız nefes sayısıyla değil, nefesimizi kesen anların sayısıyla ölçülür.’’ Nefesinizi kesen anların daha çok olması dileğiyle

Etiketler: ,

2 Eylül 2013 Pazartesi

Emeksiz Yemek Olur mu?

Bir şehir düşünün şimdi. İçinde sadece sevdiğiniz yüzler olsun. Denizi seviyorsanız deniz olsun her adımınızda, size eşlik eden. Yeşillik seviyorsanız burnunuzdan o yeşilliğin kokusu eksik olmasın. Yüzünüzün her daim güldüğünü düşünün bir de. Hiç üzücü şeyler yaşamadığınızı. 

 Bir ev düşünün şimdi de. Dizaynıyla, renkleriyle, aksesuarından mobilyasıyla yani her şeyiyle sizin istediğiniz gibi. Bir oda boydan boya kitaplık, bir oda oyun odası, bir kış bahçesi içinde şömine ateşi, bir de yaz bahçesi süs havuz, kitap okuma köşesi de olacak tabi ki. Her şey ya gerçekten istediğimiz gibi olsaydı? 

Her istediğimize kavuşsaydık, her beklediğimiz gelseydi, her şey umduğumuz gibi gitseydi mesela... Kulağa hoş geliyor değil mi? Ama bence sıkılırdık. Rahat batardı. Bi zorluk, bi mücadele dönemi, güzel şeylerin daha da güzelleşmesi için bi çabalama... Arardık bence bunları. 

 Düşünsenize birine aşık oluyosunuz, ve o da size... Yani hiç uğraşmadan, çabalamadan, naz niyaz olmadan... Cicim günlerine(ki artık cicim ayı dönemi bitti cicim günleri, bu da ayrı bi mevzu...) gerek kalmadan bi bakmışsınız evlenmişsiniz falan... Yani her şey her konuda istediğimiz gibi olsa... Gerçekten bunu ister miyiz? Hiç çabalamadan, elde ettiğimiz şeylerin tadı bu kadar güzel gelir mi acaba? Ben hiç zannetmiyorum. 

 İyi iş, iyi eş, iyi araba, iyi ev, iyi yaşam... Bence çok saçma ya. En iyisi gerçekten çabalayarak kazandığımız şeylerin değerini bilelim. O değil de çay var mı çay ?

Etiketler: ,

1 Eylül 2013 Pazar

Merhabâ

  BU UTANÇ BİZİM 1

                                                  BAŞI ÖNDE GEZENLER ŞEHRİ


“Cânıma bir merhabâ sundu ezelden çeşm-i yâr
Öyle mest oldum ki gayrın merhabâsın bilmedim”

   Çanakkale, yeryüzündeki cennetim. Sevindiğim, üzüldüğüm, nefes aldığım, bunca yılımın geçtiği ve kalan ömrümün de geçmesini dilediğim mabedim.
   Çanakkale’ye gelenler bilir; buranın rüzgârına kapılan ayrılamaz, büyülüdür. Hani derler ya “ya huyundan ya suyundan” ne huyundan ne suyundan, rüzgârından. Bir gelen huyunu da kapıyor ama. Özeleştiri yaparsak biz Çanakkaleliler bir konuda sınıfta kaldık. Siz de fark etmişsinizdir; biz yolda yürürken yere bakarız. Para mı arıyoruz bilmem ama karşıdan gelen birini görünce kanlımız geliyormuşcasına başımızı çevirir yahut yere bakıp görmezden geliriz. Hemen hepimizin başına gelen başka bir olay da birine merhaba dediğinizde veya başınız ile selamladığınızda donuk gözlerin çıkmasıdır karşınıza. Bu çok acı bir durumdur. Doksan sene önce vatanın dört bir yanından gelen evlatlarını bağrına basan ve bu devletin temeli olan bu büyülü şehir birbirine selam vermez oldu ne yazık ki.
   Ahmed Paşa’nın bir beyitini getirdi bu durum aklıma: “Cânıma bir merhabâ sundu ezelden çeşm-i yâr/Öyle mest oldum ki gayrın merhabâsın bilmedim”.  Acaba bize de böyle mi oldu? Bir çeşm-i yâra, gül benizliye, bir canlar canının merhabasına kapıldık da birbirimizin merhabasını görmez mi olduk? Evvel Kays iken Leyla’nın uğruna Mecnun mu olduk? Ben hüsn-i zan ederek hepimizin bir Leyla’nın aşkından Mecnun olduğumuzu düşünmek istiyorum ama yine de aşk Leyla’nın aşkıysa selam Mevlâ’nın selamı. Yalancıktan da olsa bir gülümseme, ağzımızı bile açmadan başımız ile hafif bir selamlama çok mu zor?
   Kızanlar kızmasın ama üzülenler üzülsün ta ki bu ayıbımızı örtene, bu eksiğimizi giderene kadar. İşçisiyle, çiftçisiyle, yerlisiyle, yabancısıyla, esnaf, memur, öğrenci, işsiz, ev hanımı, emekli, asker ve bilcümle bu şehrin suyunu içenler, rüzgârından kaçanlar, ömrünü burada geçirenler esefle söylüyorum ki “bu utanç bizim”. Başımız hâlâ önde, başımız hâlâ eğik.

   Selam olsun sizlere ey başı önde gezenler, selam.

Etiketler: ,

AŞK YOLCULUĞU..!


Hayatın içinde tüm sancılara rağmen gülümseyen bir çocuk yüzü gibidir sevgi. Tek dileği ilgi ve sadakattir. Kolay değildir içi gülen o gözlerden yaşlar döktürmek. Çok özeldir o gülüşlere yeni gülüşler katan kahraman. Güneşin parlamaktan zevk aldığı günlere gebe bir gelecek hayali kurar. İnsanların tüm ikiyüzlülüğüne rağmen saflığın hayalini kurar. Elinde insanlara umut veren balonlar taşır. Ama iyilik adına sahip olduğu güç kadar kırılgandır o da. Yıkılışı acı vericidir. Ölü bir bedene üşüşen binlerce karıncanın kemirişlerini hissede hissede can çekişir bu sancıyla. Elleri bomboş, yüreği kan içindedir. İşte benim hayatım boyunca ağladı bu çocuk. Gözyaşları hiçbir zaman dinmedi. Güldüremediğim bu çocuk yüzü nedeniyle hiç dinmedi geceleri sancım. Kâbuslarım tükenmedi.
Rüyalar düne aittir ve hayaller de yarına. Ama hiç rüya görmedim ben. Hayal desen onu da kurmakla yetindim hep. Asla gerçekleştiremedim. O gülen çocuk yüzünü karanlıklara kapattım. Bol bol gözyaşı armağan ettim. Başka şeyler, çeşit çeşit güzellikler vermek isterdim, veremedim. Olmadı işte, ne yapayım? Şimdi bol bol çığlık biriktirdim yüreğimde. Sessiz feryatlarım bedenimde çınlıyor durmadan. Artık her damla gözyaşımda bir umudu toprağa veriyorum. Ve daha ardından yas tutmak için bile fırsat kalmadan bir diğerini yitiriyorum. Nasıl bir şeydi, neye benziyordu o gülen çocuk yüzü? Hatırlayamıyorum artık. Öyle çok geçti ki üzerinden. Tamamen bir sis perdesi ardında güzel günler. Özlemim çok büyük aşka karşı. Hep hak etmeyenlere harcadığım duygularımın katiliyim ben. Kendi ellerimle sundum bin bir emekle büyütüp yetiştirdiğim sevgimi o sevdasız kaçaklara. Ben üzerine titrerken, onlar elleriyle boğdular benim bebeğimi. Bile bile katil ruhlara adadığım için masum sevgilerimi, ben en büyük katiliyim tüm güzelliklerin. Bu nedenle de kendimi sonuna dek yalnızlığa mahkûm etmekteyim.
Devamı »

Etiketler: ,