27 Şubat 2014 Perşembe

Röportaj Toprak Sergen: "Ay Işığında Saklıdır"

Bazı hayaller vardır, yıllarca sizle gelir gelir sonra siz onu tam unuttuğunuzda çıkar bulur sizi. Benim de Toprak Sergen ile tanışma hayalim böyle bir şeydi... Aklımdan en çok çıktığı anda, işlerin, koşturmanın, şehre kanmışlığın en yoğun olduğu zamanlarda çıkıp buluverdi hayalim beni. Doğanın içinden, Dalyan’ın denizinden, yurdumun dağlarından geldi Toprak Sergen ve Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Kampüs FM Radyo Stüdyolarında Çanakkale İçinde programıma konuk oldu.

Çanakkale’den Dalyan’a doğru bir yolculuğa çıktık beraber, denizin mavi sularından, ormanın yeşiline, şehir hayatının karmaşasından, doğanın merhametine kadar pek çok konuyu konuştuk…

Röportaj: Gökçe Güzel


Toprak Bey yıllarca sizin sesinizi dinledik, filmlerinizi izledik, çalışmalarınızı takip ettik ancak son yıllarda sizi ekranda görmüyoruz, doğayla yaşıyor ve doğayı insanlarla buluşturmaya çalışıyorsunuz. Bunun dışında hersey.tv.tr’de teknoloji, doğa, dans, sanat, kültür faaliyetleri ve daha bir çok şeyi internet kanalı aracılığıyla takipçilerinizle paylaşıyorsunuz. Ve en önemlisi “eski köye yeni adet” getirdiğiniz söyleniyor… Çalışmalarınızı bizimle paylaşır mısınız?
Devamı »

Etiketler: , , , , , , , , , , , ,

26 Şubat 2014 Çarşamba

Mavi Elbiseli Kadın... (Şiir)


Şu akşam vakitleri gelmese…
Rüzgarın uğultusu harman yerine çevirdi kalbimin her bir köşesini!

Şu akşam vakitleri gelmese ve ben…
Ve ben ölmesem!

Gün güneşle merhaba dediğinde parmak uçlarıma, el sallasam kamuya açık taş balkonumdan mavi elbiseli kadına. Mavi elbiseli kadın, sadece mavi elbisesi sebebiyle onu sevdiğimi anlamasa, gülümsese bana…

O küçücük avuç içini nazarıma uzatsa! 
Bana hiç, bir cebe sığacak kadar küçük olmadığımı hatırlatsa ayakları ve dudakları için "bir gonca kadar" diye söylense güneşin ayasına yürüyen delikanlı!

Mavi elbiseli kadın, hatırlamasa!

Devamı »

Etiketler: ,

24 Şubat 2014 Pazartesi

Haldun Taner ve Eleştirinin Eleştirisi: "Ayışığında Çalışkur" (Eleştiri - İnceleme)

Haldun Taner ve Eleştirinin Eleştirisi: "Ayışığında Çalışkur"

   Umberto Eco'nun Rönesans İnsanı diye bir tabiri vardır. Rönesans dönemi entelektüel insan modelini anlatmaya çalışan bu tabir, birden fazla disiplinle ilgilenen, kendisini tek bir alana hapsetmeyen, farklı yönlerini farklı alanlarda geliştirip zenginleştiren bir insan tanımı üzerinde yoğunlaşır. Leonardo Da Vinci, herhalde bu tip insanın en karakteristik örneğidir. Rönesansın Almanya'daki en büyük temsilcisi kabul edilen Albrecht Dürer de muazzam resim yeteneğinin yanında taş baskı ve tahta gravürleri ile ilgilenmiş, döneminin perspektif ve algı problemlerine çözüm aramaya çalışmış; ayrıca İncil'in en usta yorumcularından olmuştur. Aynı döneme ve kefeye konulamasa da Aristo da fizik, gökbilimi, zooloji, felsefe, siyaset ve biyoloji gibi konularla ilgilenmiştir. Pek tabii ki ilerleyen bilim anlayışı Rönesans İnsanı tabirini ortadan kaldırmıştır. Tek alanda uzmanlaşma başlamıştır. Hatta bu uzmanlaşma bir alanın herhangi bir bölümü üzerine yoğunlaşmıştır. Bu durum ister istemez dikey bir derinliğin yanında yatay bir sığlık getirmiştir. Günümüzün de bireyselden başlayıp sonucu toplumsala uzanan ve bir çıkmaz halini alan sıkıntılarından biri, dikey uzmanlaşmanın yatay sığlığı beraberinde getirmesidir. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi'nin Hilmi Yavuz'a fahrî doktora payesi vermesi münasebetiyle davetli olarak Çanakkale'ye gelen ve bir konuşma yapan Hüseyin Çelik de bu konuya dikkat çekmişti. Kelebek kanadındaki damarların yapısı üzerine yıllarını verip uzmanlaşma sağlayan bir kişinin dikey olarak ilerlediğini; ancak alanı dışında giderek sığlaştığını belirtmişti Çelik. Yaşadığımız Rücû çağı, insanlığa bu durumun artıları olduğu gibi eksilerinin de olduğunu göstermiş ve disiplinlerarası çalışmalar önem kazanmıştır. Romana çomak sokuyor diye eleştirilen Ahmet Mithat Efendi'nin devri de modernist roman anlayışıyla sona ermişti. Son dönemde görülen modern sonrası anlayış ise bizi tekrardan Ahmet Mithat Efendi'nin, bir nebze de olsa, dediğine getirdi. Bu durum, son dönem yazarlarımızdan Buket Uzuner'in Uzun Beyaz Bulut Gelibolu romanında açıkça görülmektedir. Rücû üstüne rücû...
Devamı »

Etiketler: ,

17 Şubat 2014 Pazartesi

"Bokstan Şiire, Yumruktan Kaleme Geçiş" Murat MENTEŞ (Röportaj)

Yazdığı romanlar, köşe yazıları, katıldığı programlar ile her yaptığı ses getiren ünlü yazar Murat Menteş, Çanakkale’deydi. Gökay Kültür - Kitabevi tarafından düzenlenen imza gününde sevenleriyle biraraya gelen Menteş’le tanışma ve röportaj yapma fırsatını kaçırmadık. Afilli Filintalardan, edebiyata; sosyal medyadan, yazarlığa pek çok konuyu konuştuk. Bokstan şiire, yumruktan kaleme geçiş yapan Menteş’le görüşme imkânı sağladıkları için April Yayınevi Editörü Nazlı Berivan Ak’a ve Gökay Kitabevi çalışanlarına  sonsuz teşekkürler…


Röportaj: Gökçe Güzel

Hoş geldiniz, Sayın Menteş… Gökay Kitapevi’nde imza gününüz sona erdi nasıl buldunuz, Çanakkale’deki atmosferi?

Çanakkale Türkiye’nin sembol şehirlerinden biri ve insanların gönül bağı kurdukları bir yer. Çanakkale’ye daha önce ailemle birlikte şehitlik ziyareti için gelmiştim. Şehir hakkında çok fikrim yok ancak burada 8 tane kitapçı olduğunu ve Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Kütüphanesi’nin 7 gün 24 saat açık tutulduğunu öğrendim. Bu beni çok sevindirdi. Demek ki Çanakkale’de okuyan, düşünen, kendi aydınlanması peşinde olan insanlar var.

İmza gününde çok pırıltılı gençlerle tanıştık. Üniversitelerin güçlü olduğu şehirlerde bu tür etkinlikler daha esaslı geçiyor.

Biz sizi sadece kitaplarınızdan değil, afilifilintalar.com’dan da takip ediyoruz. Afili Filintalar nasıl bir oluşumdur, Afili Filinta olmak için ne yapmak gerekiyor?

Afili Filintalar edebiyatın, sanatın ve düşüncenin; ideolojik ayrımlarla değil de belli bir seviye tutturmakla ilgili olduğunu düşünen insanların ittifakı. Elbette birlikte hareket ettiğimiz yazarlarla aramızda bazı yaklaşım ve üslup benzerlikleri de var. Bence, Afili Filinta olmak, her şeyden önce, ayrımcılığa prim vermemek anlamına gelir. Yani ille de somut olarak bu oluşumun içinde yer almanız şart değil. Filancaların adamı olmayı, birilerinin emrine girmeyi reddediyorsanız; sanatla ilgili kriterleriniz, doğrudan doğruya sanat çerçevesi içinde ise siz de bizdensiniz demektir.

Sosyal medya size ne ifade ediyor?

Sosyal medyada ve tabii genel olarak medyada boy göstermeye hevesli değilim. Sosyalleşmeye inanmıyorum. Arkadaşlığa inanıyorum.
Devamı »

Etiketler: , , , , , , , , , , , , ,

"Kimse İsmail Abi Olmak İstemiyor!" Serkan Keskin (Röportaj )

Bu hafta Semaver Kumpanya Tiyatrosu oyuncularının sahnelediği Metot oyunu Çanakkalelilerle buluştu. Biz de bu fırsatı kaçırmadık, oyunun yönetmen ve oyuncusu Serkan Keskin ile bir röportaj gerçekleştirdik. Tiyatro çalışmalarından tutun da Onur Ünlü’yle çalışmaları, Leyla ile Mecnun dizisi, İsmail Abi karakteri, Bende Özledim’in finali, sosyal medya kullanımına kadar pek çok konu hakkında söyleştik...









   







Röportaj: Gökçe Güzel

Semaver Kumpanya ve Metot oyunu hakkında bilgi alabilir miyiz, nasıl çalışmalar yürütülüyor?Semaver Kumpanya 2002 yılında kuruldu ve o yıldan beri tiyatroda hem oyuncu hem de yönetmen olarak çalışıyorum. Aramızda yönetmen olan tek kişi ben değilim, hep beraber çalıştığımız bir tiyatro bu. 3 yıl önce “Metot” oyununu yapmıştım, hala bu oyunu sahneliyoruz çok yakında yeni bir oyunla izleyenlerle buluşacağız.



“TİYATRO HER ZAMAN AYAKTADIR VE HER ZAMAN AYAKTA KALACAKTIR”
Devamı »

Etiketler: , , , , , , , , ,

Yoksun-luk (Deneme)

Senin bir tek suskunluğuna bir kitap yazarım. Ama şimdi susma. Şimdi susarsan çarşambayı yine sel alır. Şimdi dökmezsen yüreğini avuçlarıma,temize çekmezsen cümlelerini korkarım şu Fırat'ın suyu serin akmaya devam eder. Gözlerim kum saatleri,az baksan göreceksin giderek azalan seni. Sen şimdi susarsan yokluğuna değer kirpiğim ve azalan umutlar doldurur bu şehri. Sen susarsan şimdi bir şehirde, bir çocuk yüreğinin üstüne düşer kalır.Bir bozkırı sebepsiz dikenler kaplar. Hatta karıncalar yiyecek telaşını bırakıp ağustos böceği gibi davranır. Eğer sen şimdi susarsan bir tomurcuk bahara olan sevdasından vazgeçer. En kötüsü de sen şimdi susarsan gönlüm sen-kırımlara açılır. Ülkede sevdasızlık artar. Gönül başına düşen aşk artar. Ama bir o kadar yoksun-luk sahibi insan olur...
NECİP ALTUNDAŞ

Etiketler: ,

Ahmet Hamdi Tanpınar ve Deniz Şehirleri (Makale)

Pınar Andaç



Edgar Allan Poe’nun Annabel Lee’si ile lise sıralarında ilk karşılaştığımda, şiirdeki “deniz ülkesi” laytmotifi aklımda şiirden artakalan en önemli ayrıntı olmuştu. Bu iki sözcük beni yaşadığım ilçeden alıp karanlık suların ay ışığı ile dans ettiği bir sahile götürüyor, o zamanlarda şairin acısı bana çok uzak da olsa ruhumu bir yerinden yakalıyordu. Daha sonraları zaman zaman Melih Cevdet’in bu sanatkârane çevirisini okuyup o zamanki hislerimi duymaya çalışsam da bunu tam anlamıyla başaramadım. Ama “deniz ülkesi” ifadesiyle birlikte yine aynı çağrışımlar zihnime üşüşüyordu.  Söz konusu şiirin şairi Poe olduğu için karanlık, belki de sisli bir deniz, gotik bir atmosfer ve karanlık dalgaları seyreden bir mezar…  Şiirde ”deniz ülkesi” denmese zihnimde bunca şey canlanır mıydı bilmiyorum ama şiirdeki bu imge, şairin matemi ile aramda bir köprü vazifesi görmüştü.  Gerçekten de bir dekor olmasının yanı sıra ilham kaynağı olarak da deniz, şair ve yazarların muhayyilelerinde şekillenir,  eserlerinde her zaman önemli bir yer tutar.  Onu bazen Tevfik Fikret’in dizelerindeki gibi mavi bir göz olup şairin acılı kalbine ağlarken, bazense Yahya Kemal’in Açık Deniz’indeki gibi bin başlı bir ejder kılığında heybetli Osmanlı Devleti olarak görürüz. Kaçıp sığınılacak bir ada için yoldur kimi zaman. Bazen de en az akşam kadar hastadır ve onun çökmesiyle birlikte, sevgilinin saçlarına rüzgârını bırakır. Haşim’in O Belde’sinde olduğu gibi…
Devamı »

Etiketler: ,

Meleğin Gölgesi (İnceleme)



Meleğin Gölgesi bir ilk kitap. Ben hiç kitap yazmadım. O yüzden ilk kitabın nasıl bir heyecan olduğunu bilmem. Tahminim o ki gizliden gizliye kendi kendinize "güzel oldu be arkadaş" dedirtiyordur. Eş, dost kitaplığınızda adınızın yazılı olduğu bir kitabı görünce nasıl şaşıracaktır düşünsenize. Hem kitap haline gelen yazılarınıza en güzel şekil verilecektir yayın evince. Yazılarınız titizlikle ve düzenli bir şekilde dizgilenecek, ciltlenecek, kapağına bir resim, fotoğraf ya da kitabınızı tanıtan bir görsel eklenecek, arka kapağa ya kitabın içinden bir alıntı eklenecek ya da sizi tanıtan bir yazı ya da en güzeli kitabınız hakkında yapılan yorumlar.(Burada bir parantez açarak arka kapak yazılarına da değinmekte fayda var. Nedense bu arka kapak yazıları hep olumlu ve teşvik edicidir. Yayın evini anlamak lazım fakat ben bir kitabın arkasında da, 
        "yav arkadaş, adam boş bulunup bir kitap yazmış bari sen boş bulunup da okuma"
                                                                                                                                 Nethi Faci
        "ne bu şimdi..."
                       NewYork Times

       "bu adam neye elini atsa batırıyor, geçende kaynıyla ortak açtığı tavuk çiftliğini yakmış tavukları yemlerken. Biri, bu adama dur desin."             
                                       Halka ve Olayalara Karışmaya Mütercim
Devamı »

Etiketler: ,

...

Bir varmış bir yokmuş…
Böyle başlar masallar. İnsanlar da örneğin geçen hafta varken şimdi yok oluveriyor. Ama onun varlığını öldüğünde dahi hiç kimse reddedemez. Dedim ya kimse ölenin varlığını reddedemez. Ama görmek, duymak, dokunmak istesek; yok. O halde kimse yokluğunu da reddedemez. “Bir süre için vardı; ama şimdi yok.” demek en doğrusu. O halde kabul etmeli ki varlık ve yokluk bir ve aynı şeydir. Maddenin sürece bağlı değişimidir. Aynı buzun eriyerek önce suya ve sonra da buhara dönüşmesi gibi. Buz, buhar olunca yok olmuyor; sadece biçim değiştiriyor. Ya da sıcak çaya atılan kesme şeker de yok olmuyor, biçim değiştiriyor. Ama eskisi gibi görmek, dokunmak istesen, yok. O halde varlık, yokluktur.
Var olmakla yok olmak arasında bir fark yoktur. Bu tezi doğrulayan sayısız örnek bulunur. Odun yanıp küle döner ve kül de rüzgârda savrulup dağılır. Yine sürece bağlı bir biçim değişimi vardır. Ölüm de böyle; beden ölür, toprağa gömülür, çürür, yok olur. Yine sürece bağlı olarak değişmektedir biçim. Ruhu durur yerinde; şekerin tadı, odunun külü, suyun buharı gibi insanın ruhu kalır geriye. Ve biz biliriz ki bu; yok oluş sürecidir. Yine de severiz, anarız, düşünürüz, anılarda yaşatırız. Herakleitos’a katılmamak ne mümkün: ”Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz.”
Devamı »

Etiketler: ,

GÜNEŞSİZ AYDINLIKLAR (Deneme)


Her şeyin hazırına konmaya öyle alışmış ki insanoğlu, bu hazırseverlik genlerle insandan insana, nesilden nesile geçer olmuş. Oysaki yine aynı insanoğlu değil mi ki karanlıkları yararak ışığı keşfeden? Elimizdekiyle yetinmek zorunda olmamızı gerektiren bir yaradılmışlığımız yok bizim. Elimizden gelenin en iyisini yaparak, elimizdeki malzemeyi en iyi şekilde değerlendirerek yolumuza devam etmeliyiz. Etmesek bugün bu içinde yaşadığımız dünyada yaşıyor olabilir miydik hiç? Ne engeller aşmış ve geride bırakmış insanoğlu için neden bedensel ve zihinsel engeller de aşılmasın ki? Her şey önce kafada başlar ve kafada biter. Her birimizin çeşitli sorunları var; ancak önemli olan bu sorunlarımıza gömülüp içimize dönmek değil, onlarla barışıp dünyaya, yaşamaya, insanlara ve üretmeye odaklanmak! Hayatı daha yaşanılır kılmak olmalı en büyük hedefimiz. Cem Yılmaz gibi daha pek çok komedyen en önce kendi kusurlarıyla dalga geçmişlerdir. Öyle ki bir süre sonra o kusurlar değişmemiş olmasına rağmen insanların gözleri onları görmez olmuştur. O zaman en iyi çözüm önce kendini sonra diğerlerini kabul etmek!
Nice önemli buluş, icat, beste, resim ve teori asla varolmayabilirdi birileri engellerine takılsaydı. Kimse kusursuz değildir. Asıl marifet olan kusurunu aleyhine değil, lehine kullanabilmekte.
Devamı »

Etiketler: ,

10 Şubat 2014 Pazartesi

Çayyaşlara Özel -2- (Video)


Etiketler: ,

9 Şubat 2014 Pazar

Çayyaşlara Özel (Video)

Çay gibi demlendikçe güzelleşenlere...

Etiketler: ,

8 Şubat 2014 Cumartesi

Babalar Ve Oğullar(ı) (İnceleme)

Akgün Akova'nın cici mi cici bir kitabı "elimi tut yeter". Bazı denemelerinde alakasızlıklar, ne alaka şimdi dedirten atlamalar var ki maalesef bir Sunay Akın becerisiyle yapılamıyor; hele Salah Birsel tarzı deneme yazarlarının, ben gibi, hayranıysanız, Akova'nın bu kitaptaki denemeleri, hevesinizi kursağınızda bırakabilir. Akgün Akova benim için şairdir. Kendisi de bu alandaki konumunun farkında olmalı ki "elimi tut yeter" kitabının kapağında, "bu, bir deneme-yanılma, yanılma-deneme kitabıdır" yazmıştır.Ancak oğlu Fırat ile olan diyalogları o kadar ilgi çekici ki Fırat'ın sorularına cevap aramaya biz de başlıyoruz. İşte o sorular: (Oda tv manşetleri gibi oldu)
                  -Baba, bu karlar canlılar mı?
                  - Değiller oğlum!
                  - Ölüler mi?
                  - Ölü de değiller oğlum!
                  - Neee? Neee?
                  - Kar taneleri doğmazlar oğlum, o yüzden de ölmezler.
                  - Neden doğmazlar baba?
                  - ......................!!!
                  - Ölmemek için mi?
Devamı »

Etiketler: ,

4 Şubat 2014 Salı

İlk Polisiyemiz: Esrâr-ı Cinâyât (Makale)

Pınar Andaç

1884 yılında Beyoğlu mutasarrıfı ülkeyi terk ettiğinde halkın büyük bir kısmı bunun, Tercümân-ı Hakîkat Gazetesinde tefrika edilen bir roman yüzünden olduğunu tahmin etmişti. Çünkü bir süredir okudukları romandaki Mecdeddin Paşa’nın, o dönemin- sefih hayatıyla meşhur-Beyoğlu mutasarrıfını temsil ettiği gayet açıktı. Zaten yazar, romanda Mecdeddin Paşa’yı tanıtırken yazmıştı: “Beyoğlu mutasarrıfı denildiği zaman hatıra nasıl bir adam geliyorsa öyledir”[1]
Paul Fesch, Sultan Abdülhamit dönemi İstanbul’unu konu alan eserinde Tercümân-ı Hakîkat’in mutasarrıfı adam etmek için bunu yaptığını söylüyor.[2] Fikirlerini ve eserlerini hatırlayacak olursak yazarın böyle bir fayda sağlamak istemesi olası. Ne var ki romanın asıl amacı bununla sınırlı değil elbet. Bu amaca ve romandaki kıssadan hisseye değinmeden önce Esrar-ı Cinâyât’ın klasik polisiye kalıplarına ne derece uyduğuna bakalım.
Esrar-ı Cinâyât, Berna Moran’ın Tzvetan Todorov’dan aktardığı polisiye türlerinden olan whodunit (kim yaptı) tarzı bir polisiye.[3] Yani ortada bir cinayet, bir katil ve cinayeti aydınlatmaya, katili bulmaya çalışan bir dedektif var. Bu açıdan bakıldığında Esrar-ı Cinâyât’ta da iki cinayet ve bu cinayetleri çözmek için kolları sıvamış Osman Sabri isimli bir müstantik (sorgu yargıcı ) ile Hafiye Necmi bulunuyor. Cinayetlerden biri İstanbul Boğazının girişinde, Kanlıkaya denilen bir kayacıkta gerçekleştirilen ve üç kişinin öldürüldüğü Öreke Taşı cinayeti, diğeri ise Halil Sûri isimli zengin bir Suriyelinin intihar süsü verilmiş ölümü. Müstantik Osman Sabri, bu iki cinayet arasındaki bağlantıyı batılı polisiye romanlarındakine benzer bir uğraşla çözüyor. Dahası bir yandan da az önce bahsettiğimiz mutasarrıfın gazabına uğramamak için çeşitli oyunlara girişiyor. Çünkü mutasarrıf, olayın şüphelilerinden biri olan Hediye Hanım’ın korunmasını istemekte.
Buraya, yani dördüncü bölüme kadar Ahmet Midhat’ın polisiye romanın hakkını verdiğini söylemek yanlış olmaz.
Ama dördüncü bölümden sonra Kalpazan Mustafa isimli bir kişinin Viyana’dan …Gazetesine (romanda gazeteden bu şekilde söz ediliyor) gönderdiği mektupları ve bu mektupların halk üzerinde yarattığı etkiyi okuruz. Okudukça da katilin kim olduğunu çok geçmeden anlarız. İşte bu noktada klasik whodunit tarzı polisiye romanlardan farklı bir durum çıkar ortaya: Polisiye romanın olmazsa olmazı gizem unsuru ortadan kalkar. Artık cinayetlerin aydınlanmasında müstantiğin pek bir rolü kalmamış ve halk olayların çözümlenmesine şahitlik etmeye başlamıştır. Kısacası klasik polisiyenin asıl meselesi olan “katil kim”, yerini “katilin ve diğer suçluların sonu ne olacak”a bırakır.
Devamı »

Etiketler: ,

1 Şubat 2014 Cumartesi

Unutamadım... (Şiir)


Bugün seni unutamadığımı bir kez daha hatırladım. Birkaç ömür sığdırdığım zamanlar; hep seninleydi.

Durup dokunup seni andım.

Minik zamanları hissetmek zor deyişini anımsadım sonra. Sonra o minik zamanları gözlerime iliştirişini...

Bana bakmayı sevişini!
Sevmeyi önemsemeyişini...

Giderim, derdin. Gülümseyişini alır giderim.
Seni gülümseyişini de senden alarak terkederim...

Sonra: "Duramam" derdin.
"Duramam, gözlerin hatırlanır."
"Duramam, hatrımda bakışların kalır."
"Duramam
Duramam" derdin. "Ben giden olamam."

"Zira nefesim dahi sensiz nefessiz kalır."

Bugün sana dair her şeyi topladım. Bugün de seni hatırladığımı, tıpkı dünkü gibi...

Unutamadım!


Asena Gülsüm Güneş

Etiketler: ,